Dahası da var...

BAZI ERKEKLER KADINLARI ANLAMAYA ÇALIŞIR, DİĞERLERİ KENDİLERİNİ DAHA BASİT KONULARA ADARLAR, ÖRNEĞİN GÖRELİLİK KURAMINA... (EINSTEIN)



29 Şubat 2012 Çarşamba

Kitap Puanlaması 1-Hakan Günday

Haftalık kitap oylaması yapalım. Her hafta 1 yazarın kitaplarına puan verelim. Sonuçlara 1 hafta sonra bakarız. Olmaz mı?

Akbank Sanat'tan Kısa Filmcilere "Bize Kısa Yeter" Diyen Tanıtım Filmi

Akbank Kısa Film Festivali bu sene 19-29 Mart arasında 8. kez sinemaseverlerle bir araya geliyor. Festivalde filmler ve atölye çalışmaları ücretsiz gerçekleşecek.



Festivalin tanıtım filmi de kısa film havasında çekilmiş. #bizekisayeter hashtag’iyle desteklenen tanıtım filminin görüntü yönetmenliğini, Altın Koza’da 2 kez en iyi görüntü yönetmeni ödülünü kazanan Feza Çaldıran yaptı. İsmail Orhan Toraman’ın yönettiği ve çok sayıda Kristal Elma sahibi Ömer Özyılmazel’in kurguladığı filmde; Klasik Türk Sanat Müziği’nin en önemli bestecilerinden Sadettin Kaynak’ın Çile Bülbülüm şarkısının farklı bir yorumuna yer verilmiş.

Kısa Film Festivali hakkında daha fazla bilgi almak için http://www.akbankkisafilm.com/ adresinden festival sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

26 Şubat 2012 Pazar

Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!

Bana en çok Yeşil VAIO yakışıyor!

Ünlü moda ikonu Ece Sükan, Sony VAIO için ilginç bir işe imza attı. Blogların renkli dünyası ile Sony VAIO'nun renkli dünyasını birleştiren Ece Sükan, bir çok blog gibi benim blogumu da inceledi ve yakışacak olan rengi belirledi. Ece Sükan, blog içeriği, tasarımı, duruşuna göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana Yeşil VAIO'yu seçti.

Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin...
sony-vaio
Bir bumads advertorial içeriğidir.

24 Şubat 2012 Cuma

içimdeki Çarsının Karsı Oldukları


Ezik olmayı bir borç bilenlere karşı ve buna istinaden el pençe divan gezenlere karşı
Savaşa tamamen karşı
İçindeki şiddeti bastıramayanlara karşı
Tecavüze, kadına ve erkeğe şiddete, cinsel istismara, enseste karşı ve bunlarla ilgili düzenlemeleri yapamayan çoğunluğa karşı
Bunları yapıp insanım diye dolaşanlara karşı
Demokrasi adı altında savaş çıkaran, sivilleri öldüren, ülkeleri bölmeye çalışan, ayaklandırma çıkaran, kendi yazdıkları senaryoları oynatan, dil din ırk ayrımı yaptırıp kardeşi kardeşe öldürten, sürekli dinden bahsedip bütün günahları işleyen, ülkelere yeni yöneticiler getirip yeni hükümetler kurup sonra bunlar diktatör halklarını eziyor deyip tüm dünyayı kendi medya kuruluşlarıyla kandıran, benim ülkemi dışarıdan yönetmeye çalışan, beni komşuma karşı kışkırtmaya çalışan,  küresel orospulara karşı…
Silah tüccarlarına, ekonomik tetikçilere, gençleri kendi çıkarları doğrultusunda eğitip sokağa döken aktivistlere, muhalefeti de iktidarı da aynı elden yöneten, not veren, kredi veren, akıl veren dünya kuruluşlarına karşı
Bir şey yapmadan sürekli şikayet edip karşıdakini üzenlere karşı
Sokakta tek kale maç yaparken mızıkçılık yapıp topunu alıp giden sümüklü çocuğa karşı
Genç olmanın verdiği dayanılmaz coşkuyla sokakta, metroda, otobüste, vapurda, dolmuşta bağrışarak konuşan gençlere kızan yetişkinlere karşı
Maçlarda maçı seyretmeyip düdük sesini duyunca hakemlere küfredenlere karşı
Ülkemin toprakları bu kadar zenginken yurtdışından ithal edilen anguslara karşı
Hayvanlara eziyet edenlere, onları keyifleri için alıp sonra sokağa bırakanlara, başarısızlıklarını hayvanlardan çıkaranlara karşı
Güzel Türkçemin kelimelerine tecavüz edene, heceleri farklılaştıran, cümle yapılarını ötekileştiren, g yerine q kullanan, v yerine w kullanan ya ünlemini yhaa yapan ve derdini bu şekilde anlatmaya çalışan çocuğa, ergene ve yetişkine karşı
Çocuğunu sevmeyi bilmeyen, onu sürekli eleştiren, çocuğunun kendisi gibi olmasını isteyen ve kendisine dönüp bakmayan, onu bir birey olarak anlamayan ebeveyne karşı
Sabit fikirlilere, önyargılı olanlara, dediğim dedik çaldığım düdük diyenlere, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlere, egosu tavanda gezenlere, dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünenlere, esmer olup da saçını sarı yapanlara, çıktığı deliği beğenmeyip etrafı küçümseyenlere karşı
Şimdilik…

23 Şubat 2012 Perşembe

Dahi Ve Deli: DALi

“DAHİ DEĞİLSEN BİLE ÖYLE DAVRAN KESİN DAHİ SANARLAR SENİ”

 
Gerçeküstü eserlerin sürrealist kahramanı…


Düşler, korkular ve hayaller… Şımarık, kaprisli, gösterişli… Dahi ve deli… Salvador Dali





   Dalí 11 Mayıs 1904'te, İspanya'nın Katalonya bölgesinde bulunan Figueres kentinde doğmuştur. Ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Dali’ye Salvador ismi, onun doğumundan tam dokuz ay on gün önce ölen kardeşinden geçmiştir. Ailesinin sürekli ölen kardeşinden bahsetmesi, sık sık mezarını ziyaret etmesi Dali’nin küçük yaşta kimlik karmaşası yaşamasına sebep olmuştur. Sonradan, hiç tanımadığı ağabeyi hakkında "iki su damlası gibi birbirimize benziyorduk, fakat yansımalarımız farklıydı. O, herhalde benim fazla mutlak olarak tasarlanmış ilk versiyonumdu." diye yazacaktı.


   Evin tek erkek çocuğu olarak, annesi, kızkardeşi, teyzesi, anneannesi ve bakıcısından sürekli ilgi gören Dalí, küçük yaşlarından itibaren şımarık ve kaprisli bir karakter sergilemeye başladı. Bu kadar ilginin arasında şımarmamak ne mümkün.

   Şubat 1921 de annesini meme kanserinden kaybetti. Ruhumun kaçınılmaz kusurlarını görünmez kılabilmesine hep güvendiğim bir varlığın kaybını kabullenemiyordum." diye yazacaktı. Dalí'nin babası, karısının ölümünden kısa süre sonra baldızıyla evlendi.
Dali 1926 yılında Paris’e gittiğinde Pablo Picasso ile tanıştı. Sonraki birkaç yıl resimlerinde Picasso’nun etkisi görüldü.


   Dali askerden döndükten sonra Mart 1928’de sanat eleştirmenleri Lluis Montanya ve Sebastia Gasch ile beraber, sanatta modernizmi ve fütürizmi savunan "Sanat Karşıtı Katalan Manifesto"yu yazdı.
İkinci kez Paris'e giden Dalí, burada ressam Joan Miro aracılığıyla sürrealist akımın öncüleri Andre Breton ve Paul Eluard ile tanıştı. Éluard'ın karısı Gala (asıl ismi Helena İvanovna Diakonova), tanıştıkları andan itibaren Dalí'nin ilgisini çekti ve aralarında tutkulu bir ilişki başladı. 1929'dan beri beraber yaşayan Dalí ve Gala, 1934'te bir devlet nikâhıyla evlendiler.

                                                                                        1931 yılında Dalí, en meşhur eseri olan Belleğin Azmi'ni yaptı. Yumuşak Saatler ya da Eriyen Saatler olarak da bilinen eserde, geniş bir kumsal manzarası önünde eriyen cep saatleri resmedilmiştir. Eser genel olarak, katı ve değişmez zaman kavramına karşı bir protesto olarak yorumlanır. Dalí sonradan bu resmin ilhamını, sıcak Ağustos güneşi altında erimekte olan bir Camembert peynirinden aldığını yazacaktı.



   Dalí 1937'de Hollywood'a giderek zamanın meşhur komedyenleri Marx kardeşler ile tanıştı, ve onlar için bir film senaryosu yazdı. 1938 yazında ise Londra'da, hayranı olduğu Sigmund Freud ile tanıştı ve ünlü psikoloğun birkaç portresini yaptı. Tüm sürrealistler gibi Dalí de bilinçaltının dışavurumuyla ilgileniyor, ve Freud'un bilinçaltı konusundaki yazılarını ilgiyle takip ediyordu.




   Dalí 1951'de Katolisizm'in ve modern bilimin bazı kavramlarını sentezlediği Mistik Manifesto,yu yayımladı. II. Dünya Savaşı sonrası eserlerinde, Katolik temalar ve DNA, hiperküp (dört boyutlu küp) ve atomik çözünme gibi modern bilim kavramları öne çıkacaktı. Hiroşima'da patlayan atom bombasının gücünden çok etkilenmiş olan Dalí, hayatının bu dönemine "nükleer mistisizm" adını veriyordu. Yine bu dönemde Dalí, tuvale boya sıçratma, hologramlar, optik yanılgılar ve stereoskopi gibi pek çok değişik teknikle denemeler yaptı.

   10 Haziran 1982'de Dalí'nin çok sevdiği karısı, menajeri, modeli ve ilham perisi Gala hayatını kaybetti. Gala'nın ölümünden sonra yaşama isteğini kaybeden Dalí, karısının öldüğü ve gömüldüğü Púbol Kalesi'ne yerleşti ve münzevi bir hayat sürmeye başladı. Temmuz 1982'de İspanya Kralı Juan Carlos, Dalí'yi Púbol Markisi ilan etti. Dalí ise bu jeste karşılık olarak, krala Avrupa'nın Başı adlı çizimini hediye etti. 1983'te Púbol Kalesi'nde yaptığı Serçenin Kuyruğu adlı tablo, Dalí'nin son eseri olacaktı. Ağustos 1984'te Dalí, kaledeki yatak odasında bilinmeyen bir sebepten çıkan yangında bacağından yaralandı. Bu olaydan kısa süre sonra Figueres'e döndü ve Salvador Dalí Tiyatro ve Müzesi'nde yaşamaya başladı.


   Dalí, 23 Ocak 1989'da kalp yetmezliğinden öldü ve Figueres'te kendi adını taşıyan müzenin mahzenine gömüldü.

   Dali'nin resimlerine birden bakıp geçmemek lazım. Baktığınız dağ dağ olmayabilir. Dikkatli bakmak lazım. Ya da göldeki yansıma kuğu olmayabilir.

22 Şubat 2012 Çarşamba

2012 Gustav Klimt Yılı

  
   Doğumunun 150. Yılı olan 2012 bütün dünyada ‘Gustav Klimt Yılı’ olarak kutlanıyor. Avusturyalı sembolist ressam 14 Temmuz 1962 de Viyana Baumgarten banliyösünde doğmuştur. Klimt'in birincil resim konusu kadın bedenidir, ve eserlerinde ince dekoratif süslemelerle beraber zarif bir erotizm göze çarpar. Erotiktir evet ama kesinlikle kışkırtıcı ya da şiddetli değildir.
  



Sonja Knips'in Portresi, 1898

   Viyana Uygulamalı Sanat Okulu'nda okuyan Klimt, mezun olduktan sonra kardeşi Ernst Klimt ve arkadaşı Franz Matsch ile birlikte duvar resimleri yaparak hayatını kazanmaya başladı. Kısa sürede ünü yayılan üçlü, pek çok kilise, müze, tiyatro ve devlet binasının iç süslemelerini yaptı. 1894'te Klimt Viyana Üniversitesi'nin büyük salonunun tavanını süslemekle görevlendirildi.




Adele Bloch-Bauer I, 1907

    Klimt'in tavan için sunduğu Medizin (Tıp), Philosophie (Felsefe) ve Jurisprudenz (Hukuk) adındaki üç resim, üniversite yetkililerince fazla "radikal", "karamsar" ve "pornografik" bulundu ve resimler tavana asılmadı. Büyük hayal kırıklığına uğrayan Klimt, bir daha devlet için iş yapmama kararı aldı. Bu arada Philosophie, 1900 Uluslararası Paris Fuarı'nda altın madalyaya lâyık görüldü. Bu üç resim, birkaç kez el değiştirdikten sonra 1945'te Avusturya'dan çekilen Naziler'in çıkardığı yangında yok olmuşlardır



   1897 yılında Klimt, bir grup sanatçı ile birlikte, zamanın akademik sanat anlayışına karşı çıkan Viyana Sezession grubunu kurdu.
Öpücük, 1907-1908

  


    En ünlü eserlerinden biri olan Öpücük resmini 1907-1908 yılları arasında yapmıştır.
  

Yaşam ve Ölüm, 1908-1911




   1890’ların başında Klimt, moda tasarımcısı olan Emilie Flöge ile tanışır. Hayatına girip çıkan birçok kadının aksine Emilie ile ömrünün sonuna kadar yaşamıştır. Fakat tartışmalı olan konu Klimt’in en az 14 çocuk babası olmasıdır. 6 Şubat 1918'de beyin kanaması sonucu hayatını kaybetti




21 Şubat 2012 Salı

Ferzan Özpetek Sonra Aglayacagım


   Filmleriyle tüm dünyada büyük beğeni toplayan Ferzan Özpetek, çekimleri ağırlıklı olarak İstanbul ve Mardin’de gerçekleşen yeni filmi Sonra Ağlayacağım (Magnifica Presenza) ile 11 yıl sonra Türkiye'de kamera arkasına geçti. Merakla beklenen filmin fragmanı da nihayet gün yüzüne çıktı.
   Fragman için:    http://goo.gl/0BstW

   Özpetek, Sonradan Ağlayacağım'da ünlü komedyen Cem Yılmaz'a da rol verdi. Filmde bir hayaleti canlandıran Yılmaz'ı şimdiye kadar hiç karşılaşmadığımız bir halde göreceğiz.

   Filmin oyuncu kadrosunda Cem Yılmaz'ın yanı sıra pek çok Türk oyuncu ve Elio Germano, Margherita Buy, Vittoria Puccini, Giuseppe Fiorello, Paola Minaccioni yer alıyor. İtalya'da 16 Mart'ta vizyona girecek filmin Türkiye vizyon tarihi 30 Mart.

   Ferzan Özpetek diğer filmlerinde olduğu gibi, bu filminde de Sezen Aksu şarkıları yer alıyor.

Rumeli Hisarı'nda Masalsı Bir Aşk Hikayesi!

"Eski aşklar Yeşilçam'da kaldı" lafı klişe olmaya yüz tutmuşken, fırtınalı sevdalar, çekişmeli ilişkiler günümüzde hem magazin basınında hem de yakın çevremizde -buna kendimiz de dahil- karşımıza bolca çıkıyor. Sevgilimizi elimizden almak isteyen dış mihraplar yoğun şekilde çalışırken bize de biricik aşklarımızı elimizde tutmak için yapmamız gereken çok iş düşüyor. Bu konuya nereden geldiğimi açıklıyorum!




8x4 yeni deodorantları Beauty ve Beast için muhteşem bir project mapping uygulaması daha yapmış. Gösterinin hikayesi kısaca şöyle: romantik bir aşk hikayesi kötü niyetli bir ejderhanın tehdidi altına giriyor. Kahraman erkeğimiz çekici kokusunun da yardımıyla güzel kızı kurtarıyor ve hikaye mutlu bir şekilde sona eriyor.

8x4 dünyasını Facebook'tan takip etmek isteyenler; http://www.facebook.com/8x4Turkiye

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Ego Bir isletme Degildir!

   Egoya saldırarak konuşuruz genelde. Sen şöylesin sen böylesin sen busun. Ya da konuşurken egomuz tavan yapmıştır. Ben böyleyim ben şöyleyim. Bunun farkında değilizdir. Ferrari’mizi satıp öyle hop egoyu sıfırlayamıyoruz.
   Küçük bir idrak meselesidir ama büyük olaylara yol açar. Savaşlar bu yüzden çıkar. Irkçılık bu yüzdendir. Herifçioğlu başka bir ırk yaratacağım diye bir toplumu yok etmiştir. Freud gelse analiz edemez.
   Kendimizden başkasının egosuna tahammül edemeyiz. Önce insan olduğumuzu unuturuz. Mesleklerimiz ön plana çıkar. Ben yüksek bilmem ne mühendisiyim. Ben de Hıdır memnun oldum.
   Benim annem bu yemeği süper yapar. Yahu zaten bütün anneler mükemmeldir neden bunu tartışıyoruz. Anne evrensel bir şeydir. Herkesin damak tadı farklıdır. Herkesin genleri farklıdır. Kimin en iyi olduğunu asla bilemeyiz. Çok konuşma tabii ki benim annem süper yemek yapar.
   Birinin sizi sürekli övmesi mi lazım ya da sürekli övünmek mi lazım iyi hissetmek için. Kimse karşıdakinin övünmesinden hoşlanmaz. Hepimiz biliriz bunu ama vazgeçemeyiz. Bana beni övme kardeşim paramı ver.
   Kendinden başkasının beceriksiz veya aptal olduğunu düşünmek bana göre en büyük aşağılık kompleksidir.  Bunu söyleyen insanoğlu sen hayatta neler başardın bakalım. Aynaya bakıyor musun hiç? Bir bak bakalım ne var orda. Ne buldun, ne keşfettin, neyi eşitledin, ne çizdin, ne ürettin de konuşuyorsun lavuk.
   Ben delikanlıyım der kimisi. Kendini kabadayı zanneder. Karısından korkan delikanlı olur mu hiç? Arkadaşlarıyla kahveye giderken yalan söyler mi hiç? Hadi yürü git işine bak. Götün başın ayrı oynuyor zaten.
   İnsan ayrımcılığı yaparız. Fakir-zengin, işçi-patron, sen-ben, siyah-beyaz, çekik-yuvarlak. Evet, farklılıklar var. Ama kim sana bir başkasını küçümseme hakkı veriyor. Bu elde edilebilir bir hak bile değil. Sonrada kimse beni sevmiyor. Tabi sevmez dangalak kardeşim. Ne bekliyordun. Sen hala egoyu Ankara da bir işletme sanıyorsun. Ayrıca atom da bir tost değildir unutma.
   Sevgilin vardır. Onu sevdiğin kişi yapan değerlere âşıksındır. Sonra batmaya başlar o değerler tek tek. Değiştirmeye başlarsın. Nafile bir çabadır bu. Kimse senin egon tatmin olsun diye değişmez. Değişse bile senin tatmin olman mümkün değildir. Kendini hükümdar gibi hissetmen ilişkiyi bitirici unsurdur. Terk edilirsin. Kendini değiştir önce. Akıllı ol adamı hasta etme.
   Ego mu? Sizin oradan kaç numara geçiyor… (Ankaralı olan bilir :) )

20 Şubat 2012 Pazartesi

Kartalkaya'yı Ateşleyenler

Hayalin bir dağın tepesine karlarla kaplı olsa da ateşle iz bırakmak kadar zor bir şey olsa bile peşini bırakma. Önce hayal eder, sonra o hayale inanırsın; nasıl yapabileceğini tasarlar ve denersin, yılmadan. Yeterince denersen, neden olmasın?



Onlar tam da bunu yaptı. Karlarla kaplı Kartalkaya’nın zirvesine ateşle iz bırakabileceklerine inandılar. Burn, sadece ihtiyaç duydukları cesaret ve enerji desteğini sağlayarak bir hayali ateşledi. Onlar da tutkularının peşinde yola çıktılar. Boardlarını hazırladılar, pompalarla modifiye ettiler, rampalarını kurdular ve kaydılar. Olmadı, baştan aldılar, onları amaçlarına ulaştıracak şartları gerçekleştirmeyi başarana kadar, tekrar tekrar.

Ve 3. gün de bitip gece yarısı olduğunda Kartalkaya’da istedikleri ateşi yakmayı başardılar. Çektikleri videoyla da ‘İçindeki kıvılcım nasıl kocaman bir ateşe dönüşür’ü hepimize gösterdiler. Tutku ve cesaretle yanmayacak ateş yoktu, inandık. Burn, gençleri tutkularından başka bir şeye kulak asmadan, istediklerini alana kadar denemeye, vazgeçmeden denemeye çağırıyor. Tutkuları cesaretle besleyen kocaman bir ateş yakmak için Burn gençleri ateşlemeye devam edecek.

İçindeki kıvılcımı farket ve büyüt. Burn ateşler.

http://www.facebook.com/BurnTurkiye

Bir bumads advertorial içeriğidir.

19 Şubat 2012 Pazar

Dahi ve Deli: Picasso





 

Picasso 25 Ekim 1881 de Malaga, İspanya’da doğdu. Resme olan yeteneği resim öğretmeni olan babası tarafından keşfedildi. Henüz yürüyemiyor, Konuşamıyor fakat görüyordu. Çevresine olan aşırı tutkulu dikkati ilk kelimesinn de “Piz, Piz” olmasına sebep oldu. Bu bir kelime değil emirdi aslında. “Lapiz” yani kalem. Ona hemen bir kalem verilmeliydi. 



Çizimlerinde babasını örnek alan picasso 13 yaşına geldiğinde çalışmalarıyla herkesi kendine hayran bırakan bir ressam olmuştu. Bir akşam Jose Ruiz Blasca oğluna tamamlaması için büyük bir ölüdoğa resmi bıraktı. Döndüğünde güvercinlerin bütünüyle tamamlanmış olduğunu ve ayaklarında son derce canlı resmedildiğini gören baba, şaşkın bir vaziyette birden bire Pablo’ya paletini, fırçalarını, boyalarını verdi ve oğlunun yeteneğinin kendisininkinden çok daha büyük olduğuna ve artık resim yapmayacağına karar verdi.

Picasso, yakın arkadaşı Georges Braque’la birlikte 1907 yılında başlayan ve sanat tarihinde yepyeni bir çığır açan Kübizm Akımı’nı başlattı. Picasso’nun Kübist sanat anlayışının ilk örneği ise aynı yıl tamamladığı Avignonlu Kızlar isimli tablosuydu.
Kübist tabloların genel özelliği, geometri ve geometrik şekillerin kullanılmasıydı ve resmedilen nesneler geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş veya geometrik şekillere bölünmüştü. Kübizmin bir diğer özelliği de uzaydaki üç boyutlu bir cismi iki boyutlu yüzeye aktarma çabasıydı. “Yüzün üzerinde olanı mı, içinde olanı mı, yada ardında olanı mı çizelim?” dedi. Bu nedenden portrelerindeki insanlar hem profilden hem de cepheden görülmekteydi.1910 yılından itibaren Picasso ve Braque Kübizm akımını yeni bir boyuta taşımaya başlamışlardı. Bu ilk aşama objelerin parçalarına ayrıldığı "Analitik Kübizm" olarak bilinmekteydi. Nesneleri gördüğüm gibi değil, onları düşündüğüm gibi çizerim. Burada amaç objeyi taklit etmekten çok onun gerçeğini yansıtmaktı.

27 Nisan 1937 yılında Almanların saldırısıyla bombalanan Guernica kasabasının durumu ressamı çok etkilemişti. Picasso bu olaydan sonra tamamladığı eserine Guernica adını verdi. Konuyla ilgili olarak ilginç bir olay da gelişmişti. Zira Picasso atölyesinde Guernica’yı tamamlamak üzereyken Alman bir komutan içeri girmiş, tabloya uzun süre baktıktan sonra Picasso’ya bu resmi siz mi yaptınız diye sormuştu. Bunun üzerine ünlü ressamın cevabı: “Hayır, siz yaptınız.” olmuştu. Guernica, Picasso'nun en ünlü eseri olarak değerlendirildi. İspanya İç Savaşı sırasındaki Alman bombardımanını sembolize eden bu büyük tablo, savaşın insanlık dışı, umutsuz ve alçakça tarafını yansıtıyordu.

İlk evliliğini Ukranyalı dansçı Olga Khoklova ile yapmıştır. Çiftin Paulo adındaki ilk çocuklarından sonra araları bozulmuş, bir süre sonra Marie Therese Walter ile birlikte olmaya başlamıştır. Tesadüfen Marie’nin evli olduğunu öğrenen Olga Picasso’nun ısrarlarına rağmen boşanmamıştır. Marie’den Maya adlı bir kızı olmuştur. Hayatına giren üçüncü kadın ise iki çocuğunun annesi olan Fransız ressam Françoise Gilot’tur.

Son söz yine onun olsun. “Hepimiz sanatın gerçek olmadığını biliriz. Sanat, gerçekleri kavramamızı sağlayan bir yalandır.”


Başkaları var olanı gördü ve "neden?" diye sordu. Ben var olabilecek şeyi gördüm ve "neden olmasın?" diye sordum. Biraz deli olamsaydı böyle bir soru soramazdı belkide Salvador Dali’yi ve birçok ressamı kendine hayran bırakan İspanyol dahi.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Ankara'da Blues Keyfi

  Ankara'nın en yeni ve sağlam BLues grubu Mojo Town Ekim 2011'de Murat Çayır,Bora Biçer,Ulaş Tercan ve Coşkun Kanlıkoyak tarafından kurulan grup Blues'un seçkin örneklerini dinleyicilere sunuyor...

 Blues coskusu yeni mekaninda sizlerle...

  Ankara-Ruhi Bey'de

  Grup elemanları,

  Murat Çayır: Harmonica, Vocal
 
  Bora Biçer: Electric Guitar, Dobro Slide Guitar, Vocal
 
  Ulaş Tercan: Bass Guitar, Back Vocal
 
  Coşkun Kanlıkoyak: Drums

  Mojo Town'dan bir beste çalışması Blues Şehri (zamanında Ankara için yazılan şarkı)

Mojo Town-Broke & Hungry
  

17 Şubat 2012 Cuma

The Help - Yardımcı


   'New York Times En Çok Satanlar’ listesinde bir numara olan ve hakkında çok konuşulan kitaptan uyarlanan 'The Help' 3 cesur kadının şehirdeki katı kuralları ve yerleşik davranışları aralarında gelişen alışılmadık bir arkadaşlıkla nasıl bozduklarının hikayesi anlatılıyor...

   1960’lı yılların Mississippi’sinde üç farklı ve sıra dışı kişilikleri canlandıran bu cesur kadınlar, kendilerini tehlikeye atan ve toplumsal kurallara karşı gelen gizli bir yazı projesi sayesinde alışılmadık bir dostluk kurarlar. Hepsi, onları tanımlayan sınırları aşma cesaretini kendilerinde bulur ve bu sınırların bazen aşılmak için konulduğunu fark eder. Dokunaklı, esprili ve umut dolu bir film olan 'The Help', değişim yaratabilmekle ilgili evrensel bir hikâye...
Hem ayrımcılığı hem de kadın ilişkilerini içinde barındıran bir filmdir.
Karakterler
Skeeter (Emma Stone)Viola Davis,
Skeeter Ole Miss Üniversitesinden yeni mezun olmuş ve bir yazar olarak iş aramaktadır. Jackson, Mississippi'de birlikte büyüdüğü diğer kızların aksine bir kariyer istemekte ve evli arkadaşları ve annesinin değişmeyen şaşkınlığına rağmen evliliği ve çocukları ertelemek konusunda çok kararlıdır. Yerel gazetede Bayan Myrna'nın temizlikte püf noktaları işini alınca en iyi arkadaşının hizmetçisi Aibileen'dan yardım ister ve kendini New York'daki bir kitap editörünün zoruyla gizli bir projeye başlarken bulur. Ortaya çıkardığı dokunaklı hikayelerden ilham alır.
Aibileen (Viola Davis)

Aibileen Clark, hayatı boyunca Jackson, Mississippi'deki beyazların evlerinde hizmetçilik yapmıştır. İşverenlerinin 17 çocuğunu ile trajik ve gereksiz yere bir kazada ölen kendi oğlunu yetiştirmiştir. Tek çocuğunun ölümüyle üzülen Aibileen, hem inancından hem de en iyi dostu Minny'den güç alır.

Aibileen, yürekli ve saygın bir biçimde Leefolt ailesinin hizmetçisi olarak görevlerini yerine getirir. Küçük kızları Mae Mobley'ye bakar. Skeeter hayatına girince Aibileen kendini açar ve basit bir hareket büyük bir intikam riski taşısa da hayatında ilk kez hikayelerini anlatır.
Minny (Octavia Spencer)

Açık sözlü Minny Jackson, Mississippi'nin en iyi aşçısı olarak ün yapmış, 33 yaşında bir hizmetçidir. Hilly için çalışır. Ama saygısız bir hareketiyle kendini kovulmuş, yalnız ve sudan çıkmış bir balık olan Celia Foote (Jessica Chastain) için Jackson'ın varoşlarında çalışırken bulur. Minny, Aibileen'ın en iyi dostudur ve oğlunu kaybettikten sonra üzüntüsünü atlatmasına yardım etmiştir. Minny güçlü ve bağımsız olmasına rağmen yine de söz konusu Skeeter'ın projesi olduğunda mantıklı ve aynı zamanda makul derecede şüphecidir... Ve Minny inanılmaz derecede sürprizli bir kadındır.
Hilly (Bryce Dallas Howard)
Oldukça bakımlı olan Hilly Holbrook, Jackson Mississippi'de sosyal iletişimde genç annelerin kraliçe arısıdır. Güneyli cazibesinin ve misafirperverliğinin ta kendisidir. Özellikle birini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme konusunda çok iyidir.
Kötü niyetli olan Hilly çocukluk arkadaşlarının çevresinde karşı gelinemez bir liderdir. Herkes onun gibi evli ve çocukludur, Skeeter haricinde. O kendi bildiği yolda ilerlemeye karalıdır. Dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünsede içten içe kıskanç ve yalnız bir kadındır.

16 Şubat 2012 Perşembe

90-60-90 TERLiKLi MAÇLAR


Haydi, kızlar maça!
-Siyah, beyaz, sarı, kırmızı, lacivert, yeşil… Ayten kız biz hangi maça gidiyorduk onun renklerine göre bir şeyler giyeyim de Nuriye ile pişti olmayalım. Geçen maç elli bin kadın pişti olduk. Biliyorsun bizi hiç hoşlanmayız öyle şeylerden.
-Stat içinde kozmetik stantları olabilir köfteciler yerine. Ve sahaya fırlatılanlar pet şişe olmayabilir. Ruj, rimel, fondöten, göz kalemi ki çok tehlikeli olabilir…
-Hamamda seçilen kızlar stattan seçilebilir. Lakin seçme yöntemi değişik olabilir. Raziye şu kız nasıl? Elmas hanımcığım kız çok güzel ama tezahürat ederken çok bağırıyor. Senin oğlan biraz hımbıl, ezmesin sonra bu kız senin oğlanı. Delikanlı kız elemesi.
-Formalar değişikliğe uğrayabilir. Kenarı iğne oyası yapılmış atkılar, püsküllü bereler, vatkalı tişörtler, dantelli şortlar.
-Küfürler yumuşayabilir ve anaç olabilir. Ay kaleci gözün kör olmasın emi o gol yenir mi hiç. Emdiğin süt burnundan gelsin.
-Eğer kavga çıkarsa sahadaki hiçbir gücün bunu durdurabileceğini sanmıyorum. Tek bir nesne var makas. Saçları ellerden ayırmak için saçı kesmek suretiyle ayrılabilir. Yoksa mümkün değil.
-Saha kenarındaki reklam panoları değişebilir. Lastik reklamı yerine zücaciye reklamı konabilir. Kuaför reklamları olabilir. Halı reklamları olabilir. Dizi reklamları olabilir.
-Dantelli koltuklar olabilir. Hatta maç skorunu gösteren ekranın üstünde bile dantel olabilir.
-Kadınların ve çocukların izlediği maçlar mümkünse berabere bitmeli. Çünkü her iki durumda da o terlikler o sahaya iner. Uzatmaya da gitmemeli çünkü akşam Sümbül Hanımlar çaya gelecek.
-Ayol bir şikedir gidiyor. Nedir bu şike? Saniye abla ben biliyorum yeni bir dantel motifiymiş.    
-Vole yeni bir saç boyası markasıdır.
-Verkaç ayıp yavrum olur mu nenen demedi mi sana göster ama elletme diye.
-Ön libero nedir anne? Sus sen kızsın öyle libido mibido ne biçim konuşuyorsun.
-Direk serbest vuruş popoya atılan bir şaplaktır.
-Endirekt serbest vuruş bildiğiniz, anneden gelen yüz kızartıcı tokattır. Bir daha da aynı hatayı yapmayız.
-Elle oynama demiyor muyum ben sana akşam baban gelsin…
-Şaziye’nin kocası ofsayta düşmüş. Aaa ne diyorsun beter olsun inşallah!!
-Koltuklar masalı olmalı. Altın günleri sahaya indi artık. O kadar börek, çörek ve dolma çeşidi diz üstünde tutulamaz.
-Huriye abla neden seviniyorsun teneşire gelesice kendi kalesine gol attı. Aman be yavrum boş ver 60-70-80-90-100 havada yüz karada yüz.
-Düşünsenize elli bin kadının aynı anda dedikodu yaptığını. En az üç yüz bin kişinin kulağı çınlar. En az yüz yirmi beş bin kişiye nazar değebilir. Ve hakem düdüğü değil sur a üflense bile durduramazsınız.
-Maç fikstürleri dizi fikstürleriyle birlikte dağıtılmalı.
-Veeee sayın seyirciler ağları delen bir gol oldu. Ay görüyor musun kız o iple örmeyin dedim ben o ağları bak gitti.
-VE HİÇBİR KADIN 12. ADAM OLMAYI KABUL EDEMEZ.

Artık hep Bach günleri

   BACH Before and After, Sirkeci Garı’nda ‘Thomas Gabriel Trio’ ile devam ediyor.


   İstanbul’un en özgün ve renkli tematik etkinliği haline gelen “Bach Günleri”ni tüm sezona yayan ve her ay iki konserle izleyici karşısına çıkmaya devam eden “Bach Before and After” konserlerinin Şubat ayındaki konuğu, Thomas Gabriel Trio olacak. Bach’ı orijinaline sadık kalarak cazla buluşturan grup, 28-29 Şubat tarihlerinde Sirkeci Garı Büyük Bekleme Salonu’nda müzikseverlerle buluşacak.

   Hakan Erdoğan Prodüksiyon tarafından düzenlenen İstanbul’un yeni konser serisi ‘Bach Before and After’, İstanbullulara ilginç konserler ve orijinal mekânlar sunmaya devam ediyor. Aralık ve Ocak konserleri çok beğenilen ve bütün biletleri tükenen Bach Before and After‘ın Şubat programında müzikseverleri iki caz konseri bekliyor. Bach’ın eserlerini orijinaline sadık kalarak cazla buluşturan ve bu konuda dünyadaki en yetkin ve en beğenilen gruplardan olan Thomas Gabriel Trio’nun, 28-29 Şubat tarihlerinde Sirkeci Garı Büyük Bekleme Salonu’nda vereceği konserler 20.30’da başlayacak. Thomas Gabriel Trio, daha önce 2009 senesinde ‘Bach Günleri’ çerçevesinde Sirkeci Garı 1. Peron’da kalabalık bir seyirci topluluğuna verdiği konserle büyük beğeni toplamış ve bu konser senenin en sevilen konserlerinden birisi olmuştu.

   Bach Before and After‘ın Mart konserlerinde ise dünyaca ünlü neyzen Kudsi Erguner, Fransız viyolonselci Eric-Maria Couturier ile birlikte izleyici karşısına çıkacak



  

   
    Aralık ayında yapılan konser programında kemancı Laura Vikman ve çellist Aleksander Rudin yer aldı. St Antuan Kilisesinde düzenlenen  ilk konserde Vikman Bach’ın sonat ve partitalarını seslendirdi









  
   

“Bach, Before and After”ın Ocak ayı programında, Bach “sonrası” yer alıdı: Beethoven’ın bütün viyolonsel sonatları ve Romantik repertuvarın en sevilen eserlerinden Cézar Franck’ın La Majör sonatını, geçtiğimiz Eylülde “İstanbul Bach Günleri”nde Bach’ın bütün viyolonsel sonatlarını çalan ve büyük beğeni toplayan Jiri Barta ile piyanist Stanislav Gallin seslendirdi.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun

Tiyatro Kare

   Hatice Meryem'in büyük beğeniyle okunan romanı "Sinek Kadar Kocam Olsun , Başımda Bulunsun" müthiş bir kadro tarafından sahneleniyor.



   "A kızım, sinek kadar kocan olsun, başında bulunsun; sinek kadar olsun ama olsun..." Nasıldır mesela... Bir ayyaşın karısı olmak... bir apartman kapıcısının karısı... bir tornacının... bir cücenin... bir imamın... bir kuryenin... bir marangozun karısı... gardiyanın karısı... kasabın karısı... çok genç bir adamın karısı... ince ruhlu bir adamın karısı... bir işçinin karısı... avare bir adamın... bir adamın ikinci karısı... bir demiryol- cunun karısı... bir tüccarın... bir sünepe adamın... bir emeklinin... bir oburun... bir lüzumsuz adamın... bir şoparın... ilkaşkının karısı... bir saz âşığının... bir kader kurbanının... yakışıklı bir adamın karısı... bir şairin karısı... yaşlı bir adamın karısı... bir garibanın... babasının karısı... ya bir de oğlunun...



   Nasıl bir yaşantıdır, neler hissettirir, nasıl katlanılır, safası nasıl sürülür, hayalleri nicedir...



   Kuvvetli bir gerçekçilikle, ama mizahla, ama sevgiyle kurulmuş "eş durumu" fantezileri...



   "Kadınlık durumlarındaki" ezilmişliği, yoksunlukları, ama onunla beraber direnç ve "ayakta kalma" stratejilerini de yansıtan, yaşama heyecanı taşıyan iştahlı bir oyun...



 Yazan : Hatice Meryem
Uyarlayan ve Yöneten :Hülya Karakaş
Müzik :Baba Zula
Sahne Tasarımı :Rıfkı Demirelli
Kostüm Tasarımı :Tuğçe Çaldıran
Yardımcı Yön. :Sinemis Candemir
Koreografi ve Asistan : Yağmur Ulusoy
Oyuncular :Suna Keskin, Özge Özberk, Oya İnci, Duygu Yetiş, Özlem Çakar, Şirin Sevinç ve Veysel Diker
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...