Dahası da var...

BAZI ERKEKLER KADINLARI ANLAMAYA ÇALIŞIR, DİĞERLERİ KENDİLERİNİ DAHA BASİT KONULARA ADARLAR, ÖRNEĞİN GÖRELİLİK KURAMINA... (EINSTEIN)



28 Eylül 2014 Pazar

Nasıl Başarısız Oldum-1

   Google'da böyle bir arama yapınca dünyanın en ünlü karikatüristlerinden Scott Adams'ın bir konuşmasından alıntı çıktı karşıma. Dilbert'in yaratıcısı olan Adams "Denediklerimin yüzde 90'ında başarısız oldum." diyor. Çok eski ve çok sevdiğim bir dostumla çok eski ve çok yeni bir sohbette bununla ilgili konuşmuştuk. Ben nasıl para kazanamadım diye kitap yazıcam dedim o da nasıl başarısız oldum diye yazıcam dedi. Güldük geçtik. Sahi nasıl oldu başarısız oldum. Hem de herşey şu an süper gidiyorken ve ben mutluyken nasıl oluyor da bu his bir türlü gitmiyor.
Hedefler kaybedenler içindir. Hedef koymayın. Tutkulu olma konusunu fazla büyütmeyin. Tutku tek başına işe yaramıyor.Şans önemli. Ama, çalışarak onu bir dereceye kadar kontrol edebilmeyi başarabilirsiniz.
    Demiş Adams. Hedeflerim olmadı sanırım çok fazla. Bakıyorum da pek bi hedef olayım olmamış gerçekten. Şunu istiyorum, bu olmalı, illaki de şundan almalıyım. Çok içine kapanık biriyim genetik bir durum biraz. Biraz da büyürken birazda gençken biraz da... Babama benziyorum bu konuda biliyorum. Sır küpü ne olduğunu nasıl hissettiğini ne istediğini hiçbir zaman bilemedim. Hala da bilmiyorum. Gülmüyor ama güldüğü zaman içim rahatlıyor. Sert bir kabuğu var ama içi benden daha duygusal eminim. Neyse seviyorum seni babacım ve çok özledim.
   Tutku konusu annemin işi benim değil ne yazık ki geçmemiş. Hiçbir şeye tutkulu değilim gibi. Ya da ben hala çözemedim bunu. Çocukluğumdan beri yazmayı, okumayı, gülmeyi, yardım etmeyi, terk etmeyi, gitmeyi, sevmeyi, hüzünlenmeyi, güneşli havayı, hayvanları, sonbaharı, ailemi, arkadaşlarımı... seviyorum. Ama başarı için sevmek yeterli mi ki bilmiyorum. İstediğim bir şeyi yapabilme gücüne sahibim. Yani çok istersem yapabilirim. Biraz gaz hafif destek beni koşturabilir. Çok zor değilim ama beni de dinlesinler istiyorum. Çünkü ben bağıramıyorum. Sormak lazım iyi misin diye. İçimde biriktirmişimdir ve zamanı gelince ya da kendim çözemediysem anlatırım mutlaka. Evet sır küpüyüm bende annemin tam tersi. Ama çoğu şeyi de annemden almışımdır mutlaka. Seni de çok özledim annem çok seviyorum.
   Şans bende pek işlemiyor. Çoğunlukla bahtsız bedevi diyorlar bana. Biraz öyleyim. Bunu diyerek şansımı düşürüyormuyumdur acaba bilmiyorum. Ama öyle. iş konusu özellikle sıkıntılı bende.ya ben beceriksiz bir özgeçmişe sahibim ya da tam olarak kendimi ifade edemiyorum iş görüşmelerinde. Ya çok rahatım ya da çok gergin. Faydasız hissettiğim oluyor kendimi. Kimse gurur duymuyormuş gibi ya da ben bir şeyi beceremiyormuşum gibi geliyor. Bu çalışarak başarabilme kısmı da abim tabiki. Adam üniversitede bir ay önce çalışmaya başlardı sınavlara ben son gecenin son saatlerinde. Başarılımıydım tabiki hayır. İyiki yanımdasın abim çok seviyorum seni.
   Sanırım ben dinlemekten yoruldum. Sorun dinlemekten ve onları çözmeye çalışmaktan. Çözüm üretici olmaktan. Kendimi rahat bırakamıyorum bir türlü. İçim yoruldu. Kıskanç biri de değilim öyle herşeye imrenmem. Kendimi de seviyorum ama şu sıralar biraz aramız bozuk gibi. İletişim kanallarını nikotinle tıkadım sanırım. Aslında yazarken komik oluyor. Nasıl başaramıyorum?
   Gene dene. Gene yenil Daha iyi yenil.
   Bu söz de benim yaşam biçimim galiba...

27 Eylül 2014 Cumartesi

Ali Lidar ve Tesirsiz Parçalar'ı

Arkamda bıraktığım otuz küsür sene şunu öğretti bana: Doğup büyüdüğü yere ait değil insan... Acı çektiği ya da çok mutlu olduğu yere de ait değil... İnsan, olmak isteyip de olamadığı yere ait... Şey gibi bir his işte bu; çok, çok susamak gibi...Siz anlamazsınız bu hissi, bir tek o anlar...
 Diyor Ali Lidar. Uzun zamandır hatrılamadığım isimleri, yerleri, anıları hatırlattığın için teşekkür ederim. Çok iyi hissettirdi kitabın. Eline yüreğine sağlık. Belki çıkarsın bitmeyen inişten kim bilir. Sadece Eskişehir'de okuyanların, yaşayanların, ya da bir şekilde orada bulunanların çok iyi hatta çok derinden anlayacağı bir kitap olmuş. Sanırım Titanik 4 ben oraya gittiğimde vardı sonra kapandı diye hatırlıyorum. Ve biliyorum gençken orada Porsuk çayının yanında bir kafede oturup çay içmenin nasıl bir his olduğunu.  Ve biliyorum koştuğun caddelerin ismini. Bu nasıl tatlı bir şey bunu sadece bir şekilde oradan geçmiş insanlar bilir. Hava Hastanesinin karşısında oturuyordum bende. Ağaçları görüyordum perdeleri açtığımda. Küçükken hayal etmiştim kocaman pencereleri olan bir evim olsun istiyordum. Bol ışık girsin içeri. Aydınlık olsun içim.  Ve saatlerce seyredebiliyordum Atatürk Caddesinden geçen insanları tekli alacalı bulacalı renkleri olan koltuğumda ve elimde her zamanki gibi kahvemle. Orada öğrenci olmak hatta orada genç olmak bence çok güzel bir duyguydu. Tabi benim okul fazlasıyla uzun sürdüğü için Eskişehir'in değişimine tanık oldum. Büyük ihtimalle aynı yerlerde oturmuşuzdur, İnsancıl'dan kitap alıp Arka Bahçe'de çay içmişizdir.


   Beş yaşımdan beri ya da yaşımı bilemedim şimdi, etrafımda olup biten her şeye şaşırmaktan aklını kaybeden ben... (Tam burada uçak uçuyor kısa bir es verin lütfen...) Ha ne diyordum...
   Bu cümle işte tam da orayı anlatıyor. Uçak geçiyor bir saniye. Okula kaydımı annem ve abimle yaptırmaya gitmiştik ve bizi bekleyen ilk tanışma anı uçak sesinde havaya bakmak oldu.  Sonrasında ne mi oldu. O kadar çok şey oldu ki... Havaya bakmamayı öğrenmiştik ve uçak geçerken susmayı...
   Öyle özlemişim ki terminalde otobüsten inince şeker fabrikasından gelen o tanımlanamaz pancar kokusunu. Ve sabaha kadar oturup hava aydınlanırken sokağa çıkmayı kimse uyanmamışken. Ve olan biten her şeyi öyle özlemişim ki... Teşekkürler Ali Lidar ve Tesirsiz Parçalar'ın için.
 

23 Eylül 2014 Salı

Gece Gündüz Eşitliğim Seviyorum Seni

   Ekinoksum olur musun? Gecem gündüzüm seninle eşit olur mu bu sonbahar yalnızlığında. Ne güzel mevsimsin sen sonbahar. Öyle güzel renklerin var ki doyamadığımız. Öyle hüzünlü öyle yaprakları dökülen öyle çırılçıplak kalıp üşümeye hazır. Sen soyunmaya hazır biz deli gibi senden korunmaya. Hem gelişinle mutlu oluyoruz hem de karmaşaya düşüyoruz. Senden sonra gelecek olan kış için. 
   Hüzün senin adın. Gözlerde nem gibi senin adın. Ama ben seni en çok Ankara'da seviyorum. Yaprakların orada daha bir sarı görünüyor gözüme. Gri bir şehirde parlıyorsun. Seni orada daha çok özlüyorum. Geçmişimsin sen benim yeniden aşık olduğum geleceğimsin hatta. Öyle hüzünlüsün ki seninle hareketli müzikler pek gitmiyor. Daha soft daha içten şarkılar sana eşlik edebilen. Ve bir kadeh kırmızı şarap sana yakışan. Hafif eserken sen, içimizi ısıtmak için.
   Yenisin benim için İstanbul'da. Geçen sene pek anlamadım şimdi tanışıyoruz seninle. Yeniden keşfediyorum seni. Ve nerede olursan ol seni seviyorum sonbahar. Hangi iklimde olduğun fark etmiyor.  Bana dokunduğun her yerde seviyorum seni. Çocukluğum gibi, gençliğim gibi...
   Bir kot ceket, bir fular, bir kaya, bir deniz, bir ufuk, bir sigara, bir yalnızlık. Tıpkı Nuri Bilge Ceylan filmlerinde olduğu gibi sessiz ve dalgın. Yorgun ve kırgın. Durgun ve ağrılı. Biraz da Cem Adrian şarkıları gibisin. Dinlerken acıtan. Ya da Albinoni'nin Adagio'su gibisin. Çok ağır ve birden yükselen. 
   Sen geldiğinde biz çok mutlu oluyoruz aslında. Oh be diyoruz gelince biraz üşüyelim. Yazın o ağırlığından uyandırıyorsun bizi. Kendimize geliyoruz sen gelince Miskinliğimiz gidiyor.. Daha çok okuyoruz, daha çok geziyoruz, daha çok konuşuyoruz, daha çok çalışıyoruz, daha çok seviyoruz...
   Hoş geldin. Ne de güzel geldin bize. Hep gel. Hep yeniden gel. Bugün ilk günün bizimle yaşayacağın. Bu evrende sen yeniden bize geldin. Öyle özlemişim ki seni... Hoş geldin... Bir çay koyayım içelim birlikte...


22 Eylül 2014 Pazartesi

Yine Yeni Bir Aldatma Kitabı

   Neden yazarlar tıkandıklarında aldatma ile ilgili kitap yazarlar. En sevdiğiniz yazarlardan biri yeni bir kitap çıkarmış ve ilk on da duruyor. İsim çok bilindik. Ve siz birkaç tur attıktan sonra dayanamayıp yapışıyorsunuz kitaba. Donut mu kitap mı? Tabiki kitap. Neyse dedim ya isimden kitabın nasıl olduğu anlaşılıyor. Çünkü bir çok yazar aldatma konusuyla ilgili kitaplar yazdı. Ve tipik sonuçlarla bağlandı konular. Ya erkek ya kadın ya da tam tersi. Bastırılmış bir duygu olabilir mi acaba. Ya da çok çekici. Ya da denenmiş.
   Bir kadın olur ya da bir erkek fark etmez. Tam otuzlu yaşlarındadır. Ve tam olarak ne yapmak istediğini ya da nasıl bir anlam aradığını bilemez. Buna boşluk diyoruz biz. Nedense hepimiz bi düşeriz buraya ta dibine kadar. Düşerken de biri çıkar karşımıza. Yanımızda duranın tam tersi. Onda ararsınız bir şeyleri. Hissetmediğiniz duyguları, yaşamadığınız duygusallıkları,  anlamlandıramadığınız gülüşleri. Depresif bir zamanda illa ki çıkar karşınıza. İllaki bir romanda karşılaşırsınız. Ve hep tipik sonla biter. Sevginin gücü. Sevgi herşeyin çözümü. Aşk her şeyi affeder. Aile kuvvetli bağlar taşır. Biz bunları zaten biliyoruz. Neden değişik bir şey olmuyor bu kitaplarda.
   Mesela aldatan cezalandırılsın. Terk edilsin. Alddatığı kişiyle mutlu olsun. Ya da herkes birbirini aldatsın. Bu biraz şey gibi aldat çaktırma ama sevgi çok kuvettli mutlaka evine dön. Neden aldatır insan. Aldatmak ne tam olarak. Yalan söylemek mi? Başkasıyla birlikte olmak mı? Birinin arkasından iş çevirmek mi? Nedir yani? Kavuşamadığın kişiye aşık olmak mı yeniden? Ya da sadece denemek mi heyecan için?
   Eleştirmek haddime değil. Sevdiğin yazar ne yazsa okursun ama onu da terk edebilirsin yeri gelince. Aldatabilirsin hatta. Kemik kitlenize yapmayın bunu. Üzmeyin bizi.
   Paulo Coelho
   Aldatmak
   1. Basım Eylül 2014
   Can Yayınları
   271 Sayfa

21 Eylül 2014 Pazar

Toplumsal ön yargılar bir çocuğun ölümüne sebep olabilir mi?


 Toplumsal ön yargılar bir çocuğun ölümüne sebep olabilir mi?
   Gerçek değil ama evet oluşturabilir. Müthiş bil film Any Day Now. Yağmurlu bir pazar için biraz hüzünlü ama kendinizi bir nebze iyi hissedebilirsiniz eğer onlardan değilseniz. Ya da down sendromlu bireyler için bir şeyler yapmak isteyebilirsiniz. Ya da tüm insanlığa umut vermek için birinin gülümsemesi yetebilir size.
   Bir avukat Paul, geçimini bir gece klubünde kadın kılığında sadece ağzını oynatarak şarkı söyleyen bir adam Rudy ve komşusu keş bir kadının down sendromlu oğlu Marco. Bu üç insan nasıl mı bir araya gelir dersiniz.
   Paul eşinden boşanmış ve dünyayı değiştirmek adına avukat olmuş biridir. Bir gece Rudy'nin çalıştığı bara gider. Birbirlerini gördüklerinde zaten aşık olmuşlardır bile. Ama Paul bunu saklayan itiraf edemeyen Rudy ise bu durumdan çekinmeyen özgür ruhlu biridir. Marco sorumsuz bir annenin çocuğudur ve bir gece dışarı çıktığında eve gelmez. Rudy Marco'yu yanına alır ve onunla ilgilenmeye başlar. Hatta hapisanedeki annesinden Paul ile birlikte vekalet alırlar onlarla yaşaması için. İşte toplumsal ön yargılar bundan sonra başlar. O üç kişi gerçekten birbirini seven koruyan insanlardır. Zaten her şeyi göz önünde yaşayamazlar bu kadar baskı varken. Sade ve mutludurlar. Onu gerçekten koruyan, gece uyumadan ona masallar anlatan, eğitimine önem veren bir aile olmuşlardır.
   Marco'nun eğitim gördüğü okuldaki aileler onlardan rahatsız olmaya başlamışlardır. Sonra onun vekaletini almak için mahkemeye başvururlar. Tabiki sonuç hayırdır. Marco koruyucu bir aileye verilir ve daha sonra da aile hizmetlerine gider. Artık herkes mutsuzdur. Ama tekrar mahkemeye başvururlar. Bu sefer de annenin hapisten erken çıkması ve çocuğunu geri almak istemesi Marco'yu Rudy ve Paul'dan ayırır. Sonunda bu olayla ilgili kişilere birer mektup gönderir Paul.

    Ekte bir gazete haberi bulacaksın.Şüpheliyim ama,  belki yayınlandığında görmüşsündür.Kağıdın ortasında bir yere sıkıştırılmış.Benzin fiyatları ya da politika haberleri kadar önemli görülmediği......için sayfanın başında değil. Marco adındaki zihinsel engelli bir çocukla alakalı birkaç kelime.Evini bulmak için üç gün  uğraştıktan sonra......bir köprünün altında ölü bulunan çocuk.Onunla hiç yüz yüze tanışmadığın......ve haberde ayrıntılı olarak anlatılmadığı için......Marco'nun gerçekte nasıl biri olduğunu bilmeni istedim.Tatlı, akıllı ve eğlenceli bir çocuktu.Gülümsemesi bütün bir odayı aydınlatabilirdi.Abur cuburu çok severdi.Çikolatalı donut vazgeçilmeziydi.Dünyanın en harika disko  dansçısıydı.Ve, her gece, ona masal anlatılmasını severdi.Masallar mutlu sonla bittiği sürece...Marco mutlu sonları severdi.


      Filmin künyesine buradan ulaşabilirsiniz. Bol ödüllü bu filmi mutlaka izleyin. Alan Cumming (Rudy) müthiş bir performans sergilemiş bu filmde. Gerçek bir down sendromlu olan Isaac Leyva (Marco) ise sevginin ve ilginin gücünü göstererek harika bir oyunculukla karşımızda. Hem gülüyorsunuz hem de yanaklarınızdan süzülen gözyaşlarınıza hakim olamıyorsunuz. İyi seyirler.

Kaseler Ayaklandı :) Konu Dışına Kaydı

   Kaseleri ayaklandırdım artık. Hepsini isyana teşvik ediyorum öyle boş boş oturmakla olmuyor. Yani böyle geçmez hayat. Sahi nasıl geçer hayat? Yürüyerek, koşarak, gülerek, oynayarak... Kör olarak, kanser olarak, felç olarak... Bu hepimizin hayatı ve hepsinden bir parça taşıyoruz içimizde. Küfrederek, şükrederek, ağlayarak, gülerek... Bu da anlık yaşadığımız duygular olabilir sanırım. Bir an da çok yüksek bir anda çok düşük. Bir anda terk ederek bir anda koşarak mesela. Zıtlıklar sanırım bizi canlı tutan. Zıtlıkların yoğunluk dereceleri de günümüzü belirleyen.



   Ya daha öncede yaşadıysak tüm bunları. Ya daha öncede aynı seçimleri yapıp aynı sonuçları aldıysak. Aynı duyguları yine aynı kişilerle aynı yerde yaşadıysak. Kim bilir belkide tam tersidir.



   Neyse gelelim kaseler konudan baya uzaklaşmışım. Bu sefer dekorlu oldular. Hemen yeni bir şey deniyim dedim. Aslında ayaklar çok kolay oldu da onları kırmadan kurutma kısmı biraz zor oluyor. Yani çok dikkatli olmak lazım bir yere çarpmamak gerekiyor. Çok nazik hemen kırılıyorlar. Yani tam da bana benziyorlar. Dikkatli olmak lazım. Neden kırıldığı bile anlaşılmıyor. Dinlemek lazım ne istediğini sormak lazım. Çünkü benim gibi tipler istedikleri her şeyi yaparlar ama söyleyemezler. Gözlerine dikkatli bakınca anlaşılıyor aslında. Zor değil ama görmek lazım. Yine konu dışına kaydım ama işte hayat tam da bunun gibi. Etkileşimleri, kokusu, sesi, atomları, her şeyi işte tamda bunun gibi hayat. Çok ötesi değil şimdi yani.


 

4 Eylül 2014 Perşembe

İşte Susam Sokağı

   Bu repliği benim yaşımdaki herkes duyunca bi gülümser. Ve mırıldanmaya başlar eminim. Benim sevdiğim karakterler Kurabiye Canavarı ve Büdü. Hala da çok severim. Mutlu eder beni. Ve aşağıdaki arkadaşlar da seramik kurabiye canavarı olmak için bekliyorlar. Doğum günü konsepti kurabiye canavarı olan ve 1 yaşına girecek olan Eymen için hazırlandı. Çok eğlendim hatta bütün karakterleri yapmaya karar verdim. Sonra aklıma daha başka şeyler geldi sonra başka şeyler. Durmadılar. Durmasınlar.
   Peki siz hangi karakteri seviyorsunuz?




Fırından çıktılar benimkiler :))


27 Ağustos 2014 Çarşamba

Ağaç Dokulu Kaseler

 Ağaç dokulu kaselerimizde fırından çıktı. Fırın yakarken ayrı bir serüven fırından çıkarken ayrı bir serüven yaşıyoruz atölyede. asıl büyük uğraş pasta tabakları. Cuma günü çekimleri olacak haftaya da Pera Bulvarı'nda satışa çıkacaklar. Onları bittikten sonra paylaşırım. Ben arada derede fırında kalan boşlukları değerlendiriyorum.

   Renk yapımını anlatayım biraz da. Transparan sırımız var toz halinde. Biraz su ekleyerek parmağınızda beyaz kalacak kıvama gelene dek karıştırıyorsunuz. Ne çok sıvı ne çok macun olacak yani ortada bir yerde. Daha sonra sır altı toz boyaları var v bu boyalardan o kadar çok renk elde ediyorsunuz ki ne yapacağınızı şaşırabilirsiniz. Ben daha çok canlı ve patlayan renkleri seviyorum. Ama soft renklerde böyle bi tatlı oluyor yerine göre. Bu denemelerde su yeşili ve yavru ağzını kullandık. Kırmızı da var tabiki. Kırmızı olsun benim olsun :).


                                      Ve sonuç bence süper oldular :)


24 Ağustos 2014 Pazar

Seramik-Akrilik Çalışma

   Bunlarda ev yapımı magnetlerim. Evde boş oturmamak adına atölyeden getirdiğim çamurla yaptım bu arkadaşları. Malzemelerimiz 2 eşit boyda çıta, merdane, istediğiniz bir şeklin kalıbı, ince zımpara,şekillendiriciler, sünger ve su.
   Önce çıtaların arasına çamurumuzu koyuyoruz biraz yoğurup. Hava sıcak olduğu için hemen kuruyor o yüzden ıslata ıslata açıyoruz. Belli bir büyüklüğe gelince kalıbımızı çamurun üstüne bastırıp alıyoruz. Bu kalıplar şeker hamurunda ve pasta yapımında da en çok kullanılan ve bulunması en kolay aletler. Kalıptan aldığımız kare çamuru süngerle çok ıslak olmamak kaydıyla temizliyoruz. Kenarında çapaklar oluyor çünkü. İstediğiniz kadar şekil çıkarabilirsiniz buradan.

    Bundan sonrası yine ne istediğinize ne sevdiğinize kalan kısım. Ben geometrik şekilleri ve karmaşık renkleri seviyorum objelerde. Şekillendiriciler yardımıyla istediğiniz deseni yapabilirsiniz. Hatta annenizin çeyizindeki dantelleri bile kullanabilirsiniz. Yine iki çıta arasında açtığınız hamurun üzerine o müthiş desenli dantellerden koyup merdane ile üzerinden geçince inanılmaz tatlı şekiller ortaya çıkıyor. Ve kenarlarını yine ıslatarak dikleştirdiğinizde mezelikler, tabaklar ve bir sürü şey çıkarabilirsiniz. Çok eğlenceli değil mi :) Onu da başka bir çalışmamda örnek olarak yapıp görselleriyle birlikte yazarım. Tabi yine bakıroksit ile sür-sil yaptım. Birazda düzene isyan tabi.
   Akrilik boyaları çok seviyorum. Her yerde kullanılabiliyor. Cam, tahta, kurabiye seramik benim en çok kullandığım alanlar. Cam şişeleri akrilikle boyayıp daha önceden yazmıştım bloğumda.  İşte o şişeleri daha sonra abajur yapmak için saklıyoruz. Bakalım nasıl olacak.
   Hepinize mutlu pazarlar...

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Seramik Kaselerim

   Bu seramik işi araştırdıkça daha zevkli hale gelmeye başladı. O kadar çok teknik var ki hepsini denemek istiyorum. Her şeyden doku olabileceğini daha önceden yazmıştım. Ve yeni tekniklerle yeni kaseler yaptım bu sefer. Atölye 1040'ın hayatıma kattığı değeri anlatamam. Her zaman bir hobim olmuştu ama bu sefer hem çok güzel dostlar edindim hem de hayatımı devam ettireceğim kişiyi buldum. Her şey çok ufak bir tesadüfle başladı ve çok hızlı gelişti. Hem çok mutluyum hem çok eğleniyorum hem çocukluğumdan beri hayal ettiğim şeyler oluyor hem de kocaman bir aile oluyoruz.Ve sanki İstanbul'a abimin yanına geliş sebebim buymuş gibi hissediyorum.  Hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim Necati Kaya, Eren Kalender, Sinem Başeski ve Seda Kalender.

   Şimdi gelelim seramikle ilgili öğrendiğim şeyleri anlatmaya. Bu kase yapımı ile ilgili olan kısım. Aletlerin fotoğrafını çekmemişim tabi o da benim ayıbım :)

   Bu formunu beğendiğimiz plastik kaptan alınan bir kalıp. Ben biraz hazıra kondum atölyede ama çok sevdim formu. Önce döküm çamuruyla kalıbın içini dolduruyoruz. Havanın sıcaklığına göre çamurun kalıbın içinde durma süresi değişiyor. Yazın işimiz kolay 15-20 dakika içinde kasenin kenarları oluşuyor. Ama kışın bu biraz daha uzun sürüyor tabi. Sonra içindeki çamuru döküyoruz ve kenarlarımız oluştu. Tekrar kurumaya bırakıyoruz ki kendini kalıptan bıraksın diye.
 


   Bundan sonraki aşamalarda hayal gücü, teknik,zaman,kıvam ve bir sürü doku ve bir sürü yardımcı malzeme ve hala kavrayamadığımız şekilde renkler devreye giriyor. Biraz da deneme yanılma işi tabi.
Bu kasenin kurumasını bekledim. Ve tel fırça yardımıyla çizikler attım. Tabi çok kuru bir yüzeyde zor oluyor. İşte kıvamın devreye girdiği zaman bu. Ne çok kuru ne çok ıslak. Ortada bir yerde yaptıkça anlaşılan bir şey. İster yatay ister dikey tamamen hayal gücü ile ilgili olan kısım da bu. Bana göre ne istediğine karar verme kısmı yani benim için zor olan kısım. Her şeyi denemk istediğim kısım. Uzattım biraz.

    Bu aşama da renklendirme kısmı. Yine kararlar yeniden kararlar. Kasenin dış yüzeyine bakır oksit ile sür sil yaptım. Bu yöntem dokulu yüzeylerde müthiş duruyor. Dokunun iç kısmına siyah bir zemin hazırladığı için de çok şık duruyor. Boya gibi sürüyorsunuz ve kuruduktan sonra kuru bir sünger yardımıyla dış yüzeyi siliyorsunuz. İç kısmına ise pistole yardımıyla daha önce hazırladığımız rengi atıyoruz. Ve fırınlanmaya hazır bir hale geliyor.
   İşte bu kısma bayılıyorum. Çamurun ve ateşin birleştiği son kısım heyecanlı bir bekleyişin kısmı. Ve sonuç çok tatlı kaseler oldu. Renklerde çok yakıştı. Kuruyemişlik olarak kullanabilirsiniz ya da kahvaltılık.

                      Bir sonraki yazım da aşağıdaki kaseler için olacak.




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...