Dahası da var...

BAZI ERKEKLER KADINLARI ANLAMAYA ÇALIŞIR, DİĞERLERİ KENDİLERİNİ DAHA BASİT KONULARA ADARLAR, ÖRNEĞİN GÖRELİLİK KURAMINA... (EINSTEIN)



12 Aralık 2012 Çarşamba

Yastıklardan Yastıkaltı Yatırıma Sürpriz Çıkış!

Teknoloji aldı başını yürüdü. Neredeyse tüm alışkanlıklar değişirken yastıkaltı yatırım da tarih olma noktasında. Yastıkaltı yatırım konusunda yıllardır çalışan işin kahramanları yastıklar da sonunda halka seslenmeye karar verdiler.

Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile `Yeter artık` dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.

Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle “Altın Salısı” hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.




NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.

Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag'inde.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

9 Ağustos 2012 Perşembe

LÖSEV Gönüllüsü Olmak Bir Ayrıcalıktır...

Büyük LÖSEV Ailesi, lösemili&kanserli çocuk ve ailelerin bu zorlu mücadelede yalnız olmadıklarını göstermek için sevgi ve azimle çalışan bir vakıftır. LÖSEV kurulduğu 1998 yılından bugüne dek faaliyetlerini duyarlı kişi ve kuruluşların destekleri ve binlerce GÖNÜLLÜSÜ’nün katkılarıyla gerçekleştirmiş; Türk halkının konu hakkında daha bilinçli ve duyarlı olmasıyla beraber tedavide %91'lere çıkardığı başarısını %100’e çıkartmayı hedeflemiştir.

LÖSEV'e gönlünü veren gönüllüler LÖSEV’in her etkinliğinde aktif rol almakta, vakıf çalışmalarına aktif katılım göstererek çocukları hayata bağlamaktadırlar.


Yüreğinde paylaşım ve sevgiye yer olan herkesi Lösev gönüllüsü olmaya davet ediyoruz.


Lösev gönüllüsü olabilmek için aşağıdaki formu doldurmanız yeterli: http://bit.ly/losevgonullusu
Lösev’i Facebook’ta takip etmek için: www.facebook.com/losev0660
Lösev’i Twitter’da da @losev1998 hesabından takip edebilir, #LosevHayatVerir hashtag’i ile  paylaşımlarınızla destekleyebilirsiniz.


Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir imza Bir imzadır!!!

Markanıza GDO bulaştırmayın... Yemezler!
Gıda üreticileri gıda amaçlı GDO'lar için Biyogüvenlik Kurulu'na ithal başvurusunda bulundu. Yediğin içtiği her şeyde GDO olmasını istemiyorsan şimdi harekete geç!
http://act.gp/OBegI8
Ufak çaplı bir imza kampanyası. Belki de dur diyebiliriz...

25 Temmuz 2012 Çarşamba

YETER ARTIK ÖLDÜRMEYiN BiZi

Oscar Wilde'ın Reading Zindanı Baladı'ndan bir alıntıyla başlamak istedim.

Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Güldünya ile başlamadı bu ölümler aslında. Kabil'in Habil'i öldürdüğü günden beri sürer bu ölümler. Bizi neden öldürüyorsunuz? İnsan öldürür mü gerçekten sevdiğini? Sizi doğuruyoruz, sizi büyütüyoruz, sizinle oyun oynuyoruz, sizinle evleniyoruz, sizi seviyoruz... Sizden boşanırken mi bunca acımasızlık. Neden, niye gerçekten.

Boğazımı kesip bir çöp kutusuna atma beni
Elektrik kablosuyla boğma canım acır,
Dövme beni artık mutsuz olabilirsin ama hayatın acısını benden annenden çocuklarından çıkarma.
Çünkü sadece onlar seviyordur seni.
Çünkü sen bizim kanımız canımızsın.
Sokak ortasında bıçaklama beni ben utanırım ama ya sen.
Kurşunlar bedenime girerken gözlerime bakıyor musun?
Ben yapma derken sen duruyor musun?
Sen önce beni sonra kendini öldürüyorsun. Neden?
Geride kalanlar çocuklarımız ne olacak.
Beni değil bütün insanlığı öldürüyorsun.
Kafamı koparıp bir çatıdan aşağı atma ruhum utanır.
Bedenimizle ilgili kararları bile siz verirken adaletsizlik değil midir bu sizin yaptığınız.
Yemeği beğenmeyip öldürmeniz, başkasını sevmeye çalştık diye kafamızı kesmeniz, mini etek giydik diye orospu demeniz, kendi günahlarınızı bizim üzerimizden temizlemeye çalışmanız, inanıyorum diyip en büyük dinsizliği yapmanız.... Adil midir?

O zaman biz suçluyuz. Sizi yetiştirirken hata yapıyoruz. Sizi severken yanlış yapıyoruz. Alınmasın tüm erkekler hepiniz öyle değilsiniz. Bunun farkındayız.  Biliyorum sizin de bir açıklamanız yok bu duruma. Aslında bir açıklaması bile yok!!!

16 Haziran 2012 Cumartesi

Uzun Metraj: Sinan Çetin-Kağıt


HER YASAK KENDİ İSYANCISINI DOĞURUR...

Kağıdın ne demek olduğunu biliyor musun sen?
İsterse bir kağıt bir bireyin, bir ailenin, bir toplumun kafasını uçurur.

Devletin kağıdının yüzü en keskin kılıçtan daha keskindir...



Saçma bir kanunu büyük bir inatla uygulamaya çalışan bir memur ve 1977 yılı öncesi film çekmeye çalışan idealist bir yönetmenin bürokrasiyle savaşı.





Hepimizin başına gelebilir bir durum aslında. Evrak eksik deyip tekrar başa sarmışızdır. İlgisizlikler ve cevap bulamama illa ki başımıza gelmiştir. Uzun ve garip kuyruklarda suratı asık insanlarla çok karşılaşmışızdır. Hani yardım etseler ölürlermiş gibi.

Filmdeki replikler iyi kurgulanmış. Bir kaç cümle saçma gelse de çoğunlukla sorgulayıcı bir tarzda yazılmış.




Yasalar her zaman masum değildir. Evet bunu hepimiz biliyoruz. Ama dile getiremiyoruz.

İngiltere'de kadınların toplu taşıma araçlarında çikolata yemesi yasaktır.
Fransa'da rayların üzerinde öpüşmek suçtur.
Hollanda'da pazar günleri bira ve şarap satmak, nehir olmamasına rağmen nehrin setlerini aşmak yasaktır.
Danimarka'da hapishaneden kaçmaya çalışmak suç değildir.
İtalya'da etek giyen erkekler suç işlemiş sayılır.



Sinan Çetin filmi gibi değil. Yönetmenini bilmesem onun değil derim. Bence iyi bir iş olmuş.

Oyuncular: Öner Erkan, Asuman Dabak, Ayşen Gruda, Ahmet Mekin, Zeynep Beşerler



6 Haziran 2012 Çarşamba

Uzun Metraj: Derviş Zaim-Tabutta Rövaşata

  
 Tabutta rövaşata yapabilir misin? O kadar dar bir alanda sıkışmışken hareket edebilir misin? Toplum seni dışlarsa suça eğilimli olmaz mısın? Sokakta yaşayan birine karşı ön yargın tavan yapmaz mı? Bütün herkesin senden sıkılma sebebi sadece senin yaşama savaşın olsa ne yaparsın?
 Araba sevdalısı gibi görünse de sadece ısınmak için otomobil hrsızlığı yapan ve çaldığı otombilleri eski yerine koyup temizleyen Mahsun’un  hüzünlü hikayesi. Ki Mahsun araba hırsızlığı konusun da uç noktadadır. Rumelihisarını mesken tutan Mahsun evsiz-barksız işsiz ve kimsesi olmayan bir garibandır. Tüm dostları balıkçılardır. Sabahçı kahvesindeki çay borçlarına kadar herşeyinı balıkçı dostlarından Reis üstlenmiştir.
   Yine Reisin sayesinde sandelyeler üzerinde uyuklamaktan kurtulur ve kahvenin tuvaletine bakma işini üstlenir. Bir gün, kahveye gelen eroin bağımlısı kıza aşık olur. Birden dünyası değişen Mahsun, hiçbir karşılık beklemeden, yatacak yeri olmayan kıza odasını açar. Bu kız eroin almak için bedenini, bu açılan odada erkeklere satarak Mahsun’un saf dünyasında bir düş kırıklığı yaratacaktır.
   Mahsun sanırım hepimizden daha duygusal, daha hayvan sever hatta daha dost canlısı. Bu kadar hırpalanmaya rağmen onun için bütün canlar değerli. Bu onu kötü yapamaz. Daha çok yüce gönüllü bir karakter yapar. Reis ise babacan bir karakterdir. Mahsun’a yardım eder. Borçlarını öder, karnını doyurur. Hoş o da bi yerde Mahsun’u hırpalar ama ekmek teknesi gitmiştir.
   Tabi Tavus Kuşu nu unutmamak lazım. Mahsun’un sahip olabildiği tek canlı bir tavus kuşudur.
  


Derviş Zaim’in ilk filmidir. Yapım yılı 1996 olmasına rağmen bence hala çok taze bir film. Müziklerini Baba Zula’nın yaptığı filmde, başrolleri Ahmet Uğurlu, Tuncel Kurtiz ve Ayşen Aydemir paylaşmıştır.

5 Haziran 2012 Salı

Uzun Metraj: Özcan Alper-Sonbahar

   90 kuşağına adanmış bir film. Belki de kaybolmuş nice kuşaklara adanmıştır.
Karadeniz' de sonbaharın tüm renklerini bulabileceğiniz pastoral bir senfoni niteliğinde. Melankolik ama asla arabesk değil.

   Üniversite öğrencisiyken katıldığı eylemlerden dolayı hüküm giyen, cezaevindeyken F tipi protestolarına katılan, açlık grevi yapan, bu yüzden ciğerleri iflas eden Yusuf’un son günlerini Doğu Karadeniz’in bir dağ köyünde ki evinde annesiyle birlikte geçirmesini konu alan bir film.

   Diğer bir yandan da SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan ülkelerde yaşanan trajedi. Ailesine bakabilmek için Türkiye’de fuhuş yapmak zorunda kalan Gürcü kadın Elka ile Yusuf’un yollarının kesişmesinden hem bir aşk hikayesi hem de sosyalizmin sınırın iki yanında ne ifade ettiğine dair bir bakış açısı var.

   Bir de ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı köyde Yusuf’un çocukluk arkadaşı Mikail vardır. O da gitmek istemiştir ama gidememiştir. Zamanın nasıl geçtiğini anlamayan Mikail artık severek evlendiği karısını bile eskisi gibi sevmemektedir.  

   Biraz şiir biraz rus romanları gibi karakterler. Sonbahar'ın hüznü ve renkleri karekterlerin üzerinde öyle güzel durmuş ki bir yaprak düşse herşey bozulacak gibi. Müzikler son derece güzel kullanılmış. Finaldeki ağıt ise tüyleri diken diken eden, yumruk gibi boğazına oturan, bu topraklarda ölen öldürülen tüm Yusuf'ları anımsamak için müthiş bir tondan bağlanmış sahneye.Abartılı hiçbir şey yok. Herşey sakin, sessiz. Yaşanan dramı bile sessiz bir şekilde izliyoruz.


   Oyuncular: Onur Saylak, Megi Kobaladze, Serkan Keskin, Raife Yenigül
   Yapım Yılı 2008

4 Haziran 2012 Pazartesi

Tarih, İstanbul, Nevzat Başkomser


  Ahmet Ümit'in bu kitabını okurken İstanbul'un tarihinde dolaştım, kayboldum, tanıdığım yerlere çıktım, bilmediğim yerler keşfettim, hiç duymadığım olaylar işittim hatta hissettim desem abartmış olmam. O kadar zevkliydi, o kadar tatlıydiki okuması bitmesin istedim. Daha da anlatsın tüm tarihi anlatsın istedim. Tarih eğer bize böyle anlatılsa, okul kitaplarına bağlı kalmak zorunda olmasak ve olayları daha küçükken anlasak belki çok daha farklı bir ülke olurduk.
   Yedi tarihi mekan, yedi cinayet, yedi imparator. Beklenmedik çok yakın bir son. Hadi canım cinsinden bir son. Roman karakterlerinin hepsi İstanbul tarihine hakim entellektüel birikimi yüksek kişiler.
   Üç yakın dost hatta kardeş. Nevzat, Demir, Yekta. Ve hepsinin aşık olduğu kız Handan. Üç erkeğin de Handan'a aşık olup bunu dile getirememsi ya da aralarında sessiz bir sözleşme gibi uzun bir süre itiraf edilememsi arkadaşlık değerlerini sorgulatan bir kısım olmuş. Daha sonra Yekta Handan'la evlenir ve kötü bir kaza sonucu Handan ve oğlu Umut hayatını kaybeder. Bundan sonrası üç dost içinde farklı gelişir.
   İstanbul'un tarihi eserlerini ve İstanbul'u korumak isteyen bir grup ve bu tarihi mekanlardan çıkar sağlayıp zengin olmak isteyen bir grup arasında cinayetleri kimin işlediğini bulmaya çalışırken aslında bu cinayetlerin çok farklı bir nedenden işlendiğini öğrenen Nevzat Başkomser bildiği birçok şeyi sorgulamak durumunda kalır.
   Kitabın içinde istanbul'a dair birçok şey ve kendini İstanbullu hisseden herkes var.
   Gerçekten okunması gerekn bir kitap diye düşünüyorum. Kitabın arkasındaki kaynakça bölümünden de mutlaka okunması gerekenler var.
Bu arada Ankara'lı Ahmet Ümit hayranları için;
12/06/2012 18.00 de  DR Tunali Hilmi şubesinde Ahmet Ümit'in imza günü var.

3 Haziran 2012 Pazar

Uzun Metraj: Zeki Demirkubuz-Masumiyet


   Gerçekten onları masum kılan ne? Günahlarını hiç korkmadan itiraf etmeleri ve sırtlarında taşımaları olabilir mi? Ya da birbirlerine duydukları aşkı hiç kirletmemeleri olabilir mi?






   Ablasını ve sevgilisini vurduğu için hapisten yeni çıkan Yusuf İzmir'e ablasınıın yanına gitmiştir. Çünkü gidebilecek hiçbir yeri yoktur. Ablasının ve eniştesinin dramlarına katlanamayıp ucuz bir otele yerleşir. Burda da pavyonda şarkıcılık yapan Uğur ve onun peşinden sürüklenen Bekir ile karşılaşır. Çilem adında sağır ve dilsiz bir de çocuk vardır.
    Yusuf kendisini sıra dışı bir aşk hikayesinin ortasında bulur. Yaşamaya mecbur kaldığı bu yeni arabesk hayata tutunmaya çalışmaktadır. Bir kıskançlık krizinin ardından intihar eden Bekir’in ardında bıraktığı yaşamda onun yerini alır. Artık Uğur’un fedaisi ve kızının bakıcısıdır. Zaman geçer. Uğur bir gün aniden kaybolur. Yusuf, Uğur’un ceza evindeki aşığıyla birlikte kaçtığını öğrenir. Kayıp insanların hep eski filmler seyrettikleri eski otelde, konuşamayan küçük kız çocuğuyla birlikte Uğur’un kendilerini aramasını beklerler.
   Üç ana karakter hem masum hem günahkar. Biz onların günah işleyen taraflarını değil de masum taraflarını yani aşkın olduğu tarafları görüyoruz. Bekir'in aşk uğruna yuvasını yıkıp büyük bir cesaretle ve tüm günahlarıyla Uğur'un peşinden gitmesi mi, yoksa Uğur'un aşık olduğu kimsesiz gibi duran sevgilisi için kendi bedenini feda etmesi mi onları masumiyetin en güzel haliyle görebilmemizi sağlayan. 


  Oyuncular: Derya Alabora, Haluk Bilginer, Güven Kıraç, Melis Tuna, Yalçın Çakmak, Ajlan Aktuğ, Nihal G. Koldaş, Doğan Turan
   Yapım yılı 1997

2 Haziran 2012 Cumartesi

Uzun Metraj: Seren Yüce-Çoğunluk

   Çoğunluktan mısın? sorusunun cevabı hep Hayır olur. Ama o çoğunluğun içinde ne kadar kendine özgü olabilirsin ki. Ya da seni birey yapan karakterin ve düşüncelerin çoğunluğunkiyle çatıştığında yalnız kalmayı göze alabilir misin? Seninle aynı kategoride olmayan ya da senin dilini bilmeyen insanlara bu kadar ön yargı ile bakmak ne kadar doğru. Bu onları nasıl belirsiz kılabilirki..

   Seren Yüce'nin yazıp yönettiği Çoğunluk filmi birçoğumuzun yaptığı hatayı gösteriyor. Evet bu bir hata bence. Din, dil, ırk, renk, cinsiyet, bez ayrımı yapmadan da yaşanabilir. Eğer çoğunluktan değilseniz!

   Filme gelelim bu arada. Basit ve sıradan bir hayatı olan Mertkan babasının inşaatlarında getir götür işlerine bakmaktadır. Bu basitliğin içinde hayatın da bir anlam yoktur ki arayış içinde bile değildir. Bir büfede garsonluk yapan doğu kökenli Gül ile tanışır. Arkadaşlarının onaylamadığı bu kızla belki de bir anlam arayışı için görüşmeye devam eder.

   Babası Gül ile tanıştıktan sonra bu kızla bir daha görüşmemesini ister. Hayatında ilk defa ayrımcılıkla karşılaşan Mertkan buna sessizce boyun eğer ve çoğunluğun içinde yerini alır. 
   Babasının sert turumları altında ezilen Mertkan hayata karşı bile gelemez. Babasından göremediği sevgiyi hiç tanımadığı bir adamdan alan ve ona sarılarak ağlayan Mertkan ufak bir çırpınış gösterse de babasının çizdiği yola kendini bırakır.

   Annenin kocası ve çocukları tarafından ilgisiz bırakılması da ayrı bir duygusuzluk örneğidir. Onun da hayatı anlamsızlaşmıştır aslında. 

   Ayrımcılık konusu cesur bir dille senaryolaştırılmış ve film bir çok ödül almıştır.

  

Oyuncular: Bartu Küçükçağlayan, Settar Tanrıöğen, Esme Madra, Nihal Koldaş, Erkan Can, Feridun Koç

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Az Kuru Az Sanat (Stop Motion)

Keyifli izlemeler...

   Bu sefer abimle birlikte bir deneme yaptık. Play-doh, fimo kullandık. Çok eğlendik kendi kendimize. Bir ara kavga da ediyorduk. Yok senaryoma karışıyorsun, vay efendim çekim hataları var. Senarist yönetmen kaprisleri yani bildiğiniz abi kardeş kavgası. Komikti. Ki oyuncumuz ayrı bir komik oldu. Kepçe kulaklı.
   Az kuru az sanat nerden geliyor onu da söyleyeyim. İstanbul'a gittiğimizde abim annem ben önce Tophane yakınlarında bir kurufasulyeci vardı. Orda az kuru az pilavı yiyip İstanbul Film Festivalinden bir film izledik.
Ya kuru üstü sanattı ya da az kuru az sanat :)) Sloganları sevdik o yüzden kullanalım dedik.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Alayımızı Boyar Bu Adam

   İlk defa okudum Erdal Demirkıran'ı. Parayı Bulunca Alayını Maviye Boyayacağım. Önyargı üzerine yazılmış iyi bir kitap. Hatta kitabın kapağını açar açmaz ilk önyargınızı veriyorsunuz. Bende yaptım zaten. İlk 180 sayfa ne diyor bu adam diye söylenirken geri kalan kısımda patır patır dökülüyor kelimeler. Ehm Öhm Hımm gibi garip ifadeleriniz oluyor ki ben bir yerde oha bile dedim.
  
    Mavi bir adam piyasaya sunulup yedi milyar insan nasıl maviye boyanır, hatta nasıl en zengin olunur sağolsun öğreniyoruz. Hatta hayatımızda zaten iki tane mavi var vazgeçemediğimiz. Biri kuşlu diğeri yazılı.
   
    Fantastik bir kitap gibi dursa da beyinlerimizin boyanmış olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Adamın tek söylemek istediği fabrika ayarlarınıza geri dönün. Çok mu zor bilmiyorum. Kesinlikle okuyun derim. Hatta istiyorsanız eğer göndereyim size :)

8 Mayıs 2012 Salı

Dahi Ve Deli: Escher

   Hangi resme bakarken zorlanırsınız? Ya da hangi resimde bu kadar paradoks, metamorfoz ve matematik vardır. Tabiki M. S. Escher de. Aslında grafiklerinin çoğunu biliyoruz. Hem de çocukluğumuzdan beri. Kesinlikle denemesini de yapmışızdır kareli harita metod defterlerinde.



   1898 yılında Hollanda'da doğan sanatçının okul hayatı hiçbir zaman iyi olmamıştır. Özellikle matematikte.(Dahilerin çoğunda görülen bir durum.) Kardeşi bir şekilde sevdirdi matematiği ve o da çizdiği grafiklerde matematiği simetri olara kullandı.



   Boyutlar arası geçişler, zaman ve mekan, kendini görebilme, sürekli aynı yöne gitme, sonsuzluk..  hepsini kullandı çizimlerinde.


30 Nisan 2012 Pazartesi

TTNET Genç Yeteneklerin Yanında!

TTNET’in “Yeteneğe Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek Projesi”yle, gençlerimiz yeni kariyer firsatlarını keşfediyor.

Bilişim sektörüyle tanışan gençler, aldıkları eğitimlerle iş hayatına hazırlanıyor.
TTNET, Türk ekonomisine destek oluyor. Siz de bu ücretsiz eğitimler hakkında bilgi almak için hemen tıklayın.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Dikkat Küfür içerir!!!

   AAA bir kıza yakışıyor mu böyle konuşmak? Niye yakışmasın. Çokta güzel duruyor bazı durumlarda. Herkes birbirine koyuyor da biz mi koyamıycaz. Lan ne alakası var olum. Sanki sizde hepsini gerçekleştiriyorsunuz. Sanal bünyenin konuşma dili küfürlü zaten. Hani sesli söylemeyip de içinden geçeni yazıyosun ya üç harfli kısaltmalarla 140 karakterin sonunda illa vardır bi bak dikkat et.
   Doğmadan önce bir tabela vardı da biz mi görmedik acaba DİKKAT SON ÇIKIŞ diye. Fani dünyaya hoşgeldiniz diye sizi eline alan hemşire birde poponuza vurmak suretiyle ilk ağlamanızı gerçekleştirmiş olur. Tebrik ederim. Bravo yani. Birbirimize ebelerimizle ilgili cinsel içerikli fantastik bilgiler verirken kendi ebemizle ilgili fantazi kuramadığımız içindir Eben Var mı? sorusu. Onun üzerinden oynarız. Hani hep kendi mutsuzluğumuzu başkasının üzerinden çıkarırız ya bu da onun gibi bir şey işte.

   Hani küçükken babasından azar yiyen çocuk bir kediyi tekmeler ya (hepsi değil tabi) hani büyüyünce de herkes tuttuğunu ...  gibi bir durum.
   Sinirlenmek acizlikmiş. Hassss... diyorum başka da birşey demiyorum. Şöyle uzun değil yarım saat haberlere bak biraz bakalım nasıl hissediyorsun kendini. Yahu iki yaşındaki çocuktan ne istediniz bencil pezemenkler. Kendini dövseydin hayattan alamadığın herşey için. kendini düşürseydin ranzadan puşt.
   Bizde zaten ilerde bizi öldürün diye doğuruyoruz sizi. Herşey güllük gülistanlık değil güzel arkadaşım. Birbirimizi yiyiyoruz. birbirimize tecavüz ediyoruz nasıl bir sapkınlıksa. Evlendiğimiz kadınlara da bunu yapıyoruz ya da evlendiğimiz çocuklara. Hem de zorla içine girerek onu bir şekilde öldürmek için yapıyoruz. Sonra o küçük kadın kimden çıkarıcak bu hayattan alamadıklarını. Nasıl hesap vericez? Biz sizin için bir şey yapamıyoruz. Kusura bakma kocandır yapar be yavrum. Biz alıştık milletçe bu tecavüzlere, ölümlere, şiddete.. O yüzden kendimizi kurtarmaya bakıyoruz. Sende bir gün öldürülmezsen tuttuğunu...
   Hani hepimiz kardeştik. Noldu olum bize. Her yerde yazıyor da niye kimse inanmıyor bu duruma. Bangır bangır hatta bağıra bağıra dinden bahsediyoruz da niye kimse açıp okumuyor ne yazıyor diye. Başkasından duyduğun şey gerçekten ne kadar doğru hiç düşünme emi sen. Öyle bak, dinle, izle. Sadece tek bir taraf ol aman yoksa nolur bilemeyiz.
  
  

18 Nisan 2012 Çarşamba

Hafta Sonu Van Gogh

Klasik müzik eşliğinde Van Gogh tablolarında gezinmek gerçekten müthişti. Çok profesyonel bir organizasyon olmuş Van Gogh Alive. İstanbul'da iseniz kaçırmayın derim. Ankara'ya da Ekim de gelecek doymadım bir daha giderim sanırım.  






10 Nisan 2012 Salı

Bonibonların Dansı (Stop Motion)

İlk Stop Motion denemem. Nasıl olmuş bir bakın bakalım. 232 fotoğraf karesi ile tamamladım. Windows Movie Maker ile birleştirdim. Buna benzer birçok program var ama bende bu vardı. Bakalım belki diğerleri için başka programlar da kullanabilirim. Oyuncularım Bonibonlar. Oyuncularını yiyen yönetmen ben tabiki :) 
Teşekkürler:
Abime (Neco) tripodu unutmadan getirdiği için ve ne yapsam arkasında durduğu için,
Bado'ya verdiği fikirler için,
Nikon'a
Tabiki Kent ürünü Bonibon'lara
Müzik için Tchaikovsky'e muhteşem bestesi için (Swan Lake - Dance of the Little Swans)
Tüm arkadaşlarıma da ayrı ayrı teşekkür ederim destekleri  için. Keyifli izlemeler...

Hayat Tam Olarak Elimizdeyken...


Hayat devam ederken ölüyoruz. Başkalarının hayatı akıp giderken biz o zaman çizgisinden siliniyoruz. Tamamen silinmek mümkün değil. Çünkü birileri hep hatırlar. Sevmeye devam eder...

Birgün herşey bir anda bitebilir. Ki kesin olan şey bu. O yüzden zamanı hep güzel değerlendirmek lazım. Hep keşfetmek lazım, öğrenmek lazım, bilmek lazım, görmek lazım...
Kesin çizgiler, katı kurallar koymadan yaşamak lazım. Hergün bakış açımızı biraz daha değiştirsek nolur?
Biliyorum hepimiz sinirliyiz, gerginiz, üzgünüz ve en çokta yalnızız. Bir türlü mutlu olamıyoruz. E kardeşim boş otuma o zaman demez mi insanoğlu? E ama benim vaktim yok, e ama bunu almadan onu yapamam bıdı bıdı.. 

Arkadaşım aklından o anda ne geçiyorsa ki sınırları zorlamadan yapmak lazım. Üretmek, inanmak, istemek lazım. Çünkü herşey çok kısa. Zamanın akışı zaten belli aa bu olay daha yeni olmadı mı derken bir bakıyoruz zamanaşımına bile uğramış.

Ön yargıları atmak lazım, egoları biraz düşürmek lazım zordur bunu yapmak, büyük konuşmamak lazım akabinde ve detayında başımıza gelir, ne biliyim şükretmek lazım, bir canlıyı incittiğimizde özür dilemek lazım. Zor mu aslında değil?

Düşüncelerimizi özgür bırakmak lazım, her zaman bizim doğrularımızı başkaları kabul etsin diye diretmemek lazım, olayların arka planlarına bakmamız lazım..

En zoru bir ölüye aşık olmaksa yaşarken ne yapmamız lazım???

6 Nisan 2012 Cuma

Selvi Boylum Al Yazmalım...



Selvi Boylum Al Yazmalım, Çiçek Abbas, Devlerin Aşkı.. Çok beğendim...

Kremden Kozmetik Devine: Helena Rubinstein

"Çirkin kadın yoktur, tembel kadın vardır."

Parlak bir öğrenci değildi ve ufukta zorla evlendirilme tehlikesi vardı. Evden kaçıp Australya'ya amcasının yanına gitti. Ordaki kadınların yüzlerinin tozdan ve aşırı güneşten bozulduğunu fark etti. Annesinin kimyager arkadaşının verdiği güneş kremi kadınların dikkatini çekmeye başlamıştı. Garsonluk ve dadılık yaparak para biriktirdi.

Helena aldığı 100 pound borçla ilk güzellik salonunu açtı. Creme Valeze adıyla satmaya başladığı kremi 10 penny'ye mal ediyor büyük bir kar marjıyla 6 şilin'e satıyordu. Avustralya!nın güneşi helena'nın ceplerini doldurmaya başlamıştı.

Bu iş sadece krem satmakla olmayacaktı. Dünyada güzelliğe ihtiyaç duyan milyonlarca kadın vardı. İşini iyice öğrenmek için Paris'e gitti.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Muzip Ve Samimi: Oprah Winfrey


Muzip, Kıvrak Zekalı, Sempatik, Yardımsever...

İşini iyi yapan, samimi olan, fayda gözeten farklı bir kişilik...

Anne ve babasının arasında gidip gelerek parçalanmış bir hayat sürdü. Tüm bu zamanlarda yalnızdı ve kendini kitaplarla avutuyordu. O büyük bir kitap kurduydu.

Medya ile ilk tanışması 17 yaşında olmuştu. Radyoda bir piyes seslendirdi ve sesi beğenildi. Haberleri sunmaya başladı.

İki yıl sonra üniversideyken ilk siyahi televizyon sunucusu olarak işe başladı. Mezun olduktan sonra muhabirlik yapmaya başladı. Fakat onun muhabirliği farklıydı. Çok içtedi. Muhabirlerden haberlerin önüne geçilmemesi istenirken o kendine engel olamıyordu. Üzücü haberlerde ağlıyor, komik haberlerde ise gülüyordu.

Halk bu yüzü sevmişti. Ve sabahları yayınlanan bir talk show sunmaya başladı. Artık kendi programı vardı.

3 Nisan 2012 Salı

Sanat Düskünü Kütüphane Kedisi

Şimbildek... Sanat düşkünü... Balkon delisi...  Mum ışığı romantiği... Abimin kedisi...



















 Bütün hayvanları sevmeme rağmen bu hatunla bir türlü anlaşamıyoruz. Beni av olarak gören tek kedi. Halbuki türlü şaklabanlıkları yapan karakter olarak hala anlaşamıyor olmamız ilginç. Bi seveyim diye deli oluyorum ama yok. Hiç yüz vermiyor.




2 Nisan 2012 Pazartesi

Pazar Günü Sinema Kuşağı

Uzun süredir film izleyemiyordum. Bir hafta benim için uzun bir süre. Hafta sonu 3 film birden izldeim.

1) The Iron Lady- Demir Lady: Margaret Thatcher'in hayatından bir kesit anlatıllıyor Meryl Streep'in oyunculuğuyla. Güçlü bir kadının hikayesi güçlü bir oyuncuyla anlatılabilir. Ki iki kadına da hayran kalmamak mümkün değil. Dediğim dedik bir kadınmış meğer. Kendi yolunda ödün vermeden gitmeye çalışan, doğru veya yanlış sorgulanabilir kararlar alan bir kadın. Erkek egemen bir toplumda kendini kabul ettirmek için büyük çaba sarf eden güçlü bir liderin hikayesi. İzlenmesi gerek bir film. Aklımda ve izleyen herkesin aklında kalan bir replik var. Indra Gandhi'nin bir sözü imiş. Duymuştum ama kimin olduğunu bilmiyordum.
Söylediklerinize dikkat edin düşünceniz olur
Düşüncelerinize dikkat edin duygularınız olur
Duygularınıza dikkat edin davranışlarınız olur
Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınız olur
Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerleriniz olur
Değerlerinize dikkat edin karakteriniz olur
Karakterinize dikkat edin kaderiniz olur...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...