Dahası da var...

BAZI ERKEKLER KADINLARI ANLAMAYA ÇALIŞIR, DİĞERLERİ KENDİLERİNİ DAHA BASİT KONULARA ADARLAR, ÖRNEĞİN GÖRELİLİK KURAMINA... (EINSTEIN)



1 Mart 2012 Perşembe

Dahi Ve Deli: Van Gogh

Esrarengiz, ateşli, heyecanlı, huzursuz, vahşi…

Boyaların tadına bakan… Arkadaşıyla kavga ettikten sonra kulağını kesen… Kendi sonunu kendi belirleyen… Ekspresyonizmin başlangıcı sayılan…

Dahi ve deli.. Vincent Van Gogh.

Canlı ya da cansız, ışık ya da gölge, biçim ya da renk, ne olursa olsun, onun ele aldığı her şeyde, huzur bulamamış bir kişiliği, eşsiz ve benzersiz şekilde dışarı taşıran, vahşi ve çılgın kararlılıktaki yoğun ve tiz bir sesin feryatlarına, çığlıklarına tanık oluruz. Madde ve doğanın, ürkütücü bir biçimde yabancı eğrilip bükülmelerle birbirine dolandığını görürüz. Biçim bir karabasan, renk ise lavlar ve değerli taşlar saçan kızgın alevler olup çıkmıştır. Işık adeta bir yangına dönüşmüş, hummalı ve hareketli bir hayat gözümüzün önüne serilmiştir.

1853 Hollanda doğumlu Van Gogh bir Protestan papazın oğluydu ve ressam olup olmamak konusunda karar verirken zorluk çekti. Paris’te resim satıcısı Goupil’in yanında çalıştı. Bundan sonra dindar bir yaşam seçerek, iki yıl boyunca fakir madenciler ve köylüler arasında kendi hesabına gezici vaiz ve misyoner olarak yaşadı. 1878 yılında resme başladı.



Gerçeği bir şiir gibi anlatmasında ve her nesneye her varlığa, doğadaki her öğeye insan olanın verdiği korkutucu duyguyu aktarmasında, onun vahşi kişiliğine ait izler buluruz.
Rubens’ e olan büyük hayranlığı onun renkle ilgili deneylere girişmesine yol açar. “Rengin kendisi bile bir şeyler anlatır.” der.


Arles’te yaratıcı deha dönemi ve ışık arayışı.1888-1889 yılları arasında odlukçu verimli bir dönem geçirmiş ve 190 tablo yapmıştı. Güney Fransa’yı sevmişti. Ancak Provence manzarasını klasik denge ve ritim niteliğine sahip bulan Cezanne’nin aksine Van Gogh, burayı aşırılıklar ve trajik şiddet diyarı olarak görmüştür.





Van Gog’un gözünde Provence, amansız, kızgın güneşin kavurup, yaktığı, çılgın mistral rüzgarının kırları kurutup, ağaçları birbirine sarıp sarmaladığı bir ülkeydi. Tablolarında her şey keskin ve sivri hatlarla resmedilmiştir. Her nesne sanki sürekli hareket halindeymiş izlenimi vermektedir.





Resimlerinde, boşluk etkisi yaratma fikrini aklından çıkaramıyordu. Sürekli olarak yok olan ve bir yandan da yenilenen kozmik evren düşüncesi onu adeta büyülemişti. Dengeyi ve uyumu keşfetmeyi umduğu bu eski ülkede, bütün bulabildiği, haşin ve çılgın bir öfkeden başka bir şey değildi.






Aşırı derecede yorulan ve azap çeken sanatçı, 1888’de Gauguin’le ettiği bir kavgadan sonra usturayla kulağını kesmiş ve aradan çok geçmeden akıl hastanesine gönüllü olarak sığınmıştır. .











Son portre.
1890 yılında yaptığı son portresi sanatçının acıklı sonunu hissettirir adeta. Bu resmi yaptıktan iki gün sonra tabancasıyla intihar eder. Ölümünden sonra bulunan kardeşine yazmış olduğu bir mektupta. “Kısacası sanatım uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu yüzden aklımın yarısını yitirdim.” demiştir.

3 yorum:

  1. resimlerinden en çok etkilendiğim ressam.herşeyi nekadar güzel aktarmış fırçasına...hele theoya mektuplarından söylediği sözler kulağa küpe yapılacak türden etkileyici ve anlamlı...henüz fırsatım olmadı ama öğrendiğim kadarıyla theoya mektuplar adı altında elif şafak bi kısmını kitap halinde kaleme almış.ilk fırsatta okumak istiyorum bende.okumanızıda şiddetle tavsiye ederim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bende okumadım ama ilk fırsatta almayı düşünüyorum

      Sil
  2. kardeşi Theo'ya olan mektupların yer aldığı kitabı mutlaka okumalısın; bir ressamdan öte düşünceleri ve yazdıklarıyla aslında seni daha da etkileyeceğini görecekesin. Aslında yazdıklarının bu kadar derin anlamlar içermesinin kendisinin de çok fazla okuyan bir insan olduğunu, kitapta verdiği örnekleri okurken anlayacağını düşünüyorum.
    sevgiler

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...